Sitemizde Ara


  • Azime ACAR

    Esenboğa Havalimanı'nın yeni adını biliyor musunuz?...
    "Basını Fırçalama Merkezi"… 

    Bu adı takan Sabah Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'ydı… 
    Zira, son zamanlarda hükümet üyelerinin medya üyelerine yönelik ağır ithamlarına bu mekan tanıklık ediyordu…

    Evet, Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan ikilisinin suçlamalardaki dozu arttıkça medyadaki şaşkınlık da artıyordu…

    Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti, Parlamento Muhabirleri Derneği… 
    Hepsi, peşpeşe protestolar çekiyorlardı… 

    Kimi "it dalaşı"na, kimisi ise eskilerin "kayıkçı kavgaları"na benzetiyordu medya-iktidar atışmalarını…

    Köşe yazarları bir yandan mesleği savunuyor, bir yandan çuvaldızı kendilerine batırıyorlardı, acımasızca…

    İğneyi en acımasız batıran Yılmaz Özdil'den… Başbakan'a, Hülya Avşar'ın dayanıklılık vetahammül gücünü dileyen İclal Aydın'a… 

    * * *

    Haydarpaşa-Kadıköy arasında yolcu taşıyan kayıkçılar, müşteri yüzünden öyle bir kapışırlarmış ki, görenler şimdi birbirlerinin boğazına sarılacak ya da denize atıp boğacak derlermiş… Sonunda kayıkçılar bağırdıklarıyla, seyredenler de umduklarıylakalırlarmış… 
    İşte kayıkçı kavgası buymuş…
    "Ağzımı bir açıp konuşursam"
    "Söyle söyle, biz de bilelim"
    "Bak, bak fena olur"
    "Olursa olur" 

    Hasan Pulur, Milliyet'teki köşesinde, Başbakan ile medya arasındaki sürüp giden tartışmaları işte böylesi bir kayıkçı kavgasına benzetiyordu….

    Önce… Abdullah Gül "Medyayı yabancı diplomatlar ve gizli servisler yönlendiriyor"diyordu….
    Birkaç gün geçmiyordu ki bu kez Başbakan Erdoğan medyaya yükleniyordu… 
    Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve ailesine yönelik ticari faaliyet haberleri üzerine"Medya bu konuda da kendini fazla yormasın" diyordu… 

    Başbakan'ın "Attıkları birçok iftiranın yalan olduğu ortaya çıkıyor. Ve, bunun bir şeyler karşılığında olduğunun biz farkındayız. Bakın bu konuda bu kadar ağır söylüyorum" sözleri medyada manşetlerde yankı buluyordu…

    Cumhuriyet: "Açıkla Başbakan"
    Radikal: "Sayın Başbakan ya ne biliyorsanız söyleyin ya da hiç konuşmayın"
    Tercüman: "Kim ne istedi hodri meydan"

    Ancak, bir o kadar gazete de Başbakan'ın sözlerini savunan bir çizgide duruyordu….

    Bugün: "Erdoğan 'ağır' konuştu"
    Türkiye: "Haberlerin hepsi iftira"
    Vakit: "Erdoğan: Medya kendi işine baksın"
    Zaman: "Erdoğan Kemal Unakıtan'ı savundu: Haberler bir şeylerin karşılığı"

    Ardından, sıra yine Abdullah Gül'e geliyordu…
    Hürriyet ve Vatan gazetelerinde yayınlanan "ABD Irak'tan çekilirse İran önce Irak'a, sonra Türkiye'ye rejimini ihraç eder" sözlerini "yalanlıyordu"… 
    Ve, bu gazeteleri bulvar gazeteciliği yapmakla suçluyordu. 
    Ancak, gazeteler geri adım atmıyorlardı…
    Hürriyet, "Rejim ihracı bombası" sürmanşetiyle haberi taraflarına soruyor, Vatan ise"Dinledim yazdım" diyen İngiliz gazeteciyi bulup konuşuyordu...

    BAŞBAKAN BUNU 
    İLK KEZ YAPMIYOR Kİ…


    Ama, asıl tartışma Başbakan'ın iddiaları etrafında dönüyordu…
    Hürriyet yazarı Oktay Ekşi için Başbakan Erdoğan artık "umutsuz vaka"ydı… 
    Zira, ona göre, İstanbul Belediye Başkanı sıfatını aldığı 12 seneye rağmen, basının işini işlevini hiç anlayamamış başka bir politikacı bulmak çok zordu…

    Ekşi, "Yazanın değil, yapanın fail olduğunu bir öğrense sanırız kendisi de rahat edecek ama nedense o noktaya bir türlü gelemiyor" diyordu….

    Cumhuriyet Gazetesi ise "Başbakan bunu ilk kez yapmıyor ki" başlığı altında geçen yıldan bu yana bir döküm yapıyordu…

    13 Mart 2005: Partisinin İstanbul İl Kadın Kolları Birinci Olağan Kongresi'nde konuşurken, son zamanlarda belli yerlerden "düğmeye basılmak" suretiyle bir şeylerin yapılmaya çalışıldığını söylüyordu; 

    "Şu ana kadar atılan adımlar, bugüne kadar alıştıkları o çıkar anlayışının bozulması olayıdır. Hortumlar kesildiği için çılgına döndüler. Zaman zaman bir şeyler yazılıyor, çiziliyor. Ama kendilerine gönderilen tekzipler yayımlanmıyor..."

    15 Mart 2005: Medyanın "Dünya Kadınlar Günü" etkinliklerinde çıkan olaylarıabartarak AB'ye servis yaptığını ileri sürüyor, basının başta kapkaç olmak üzere güvenlik konularında da abartılı haberler yaptığını söylüyordu. 

    8 Eylül 2005: Medyada terör haberlerinin abartılı bir şekilde yer aldığını, terörün amacının propaganda olduğunu, bunun da yazılı ve görsel medya aracılığıyla yapıldığını açıklıyordu.

    29 Ekim 2005: Malatya çocuk yuvasında yaşanan şiddet olaylarının ardından yine basını suçluyordu, 

    "Basın çok farklı şeylere yer veriyor, bir de hakaret üstüne hakaret yağdırıyor. Yine kadından, aileden sorumlu bir hanım bakana bunu yapıyor. İnanıyorum ki bir demoralize durumu var. Bunu yapan nedir? Medyadır. Medya burada yargısız infaz yapıyor."

    26 Ocak 2006: Danışmanı Cüneyd Zapsu'nun eşi Beyza Zapsu'nun erkeklerle birliktebaşı açık namaz kılmasının partisine mal edilmek istendiğini söylerken, yine medyaya çatıyordu; 

    "Medya sebebiyle yıkılan yuvalar var. Böyle şeylere asla vesile olmamak gerekir."

    29 Ocak 2006: İstanbul'da katıldığı bir toplantıda mal varlığını grup toplantısında açıklayacağını söylüyor, ardından yalanlıyordu; 

    "Hakikaten cımbızlama yapmadan aynen yayımlayacaksanız söyleyeyim. Nedir o? Ben dün orada 'Malvarlığımı açıklayacağım' demedim. Ama bakın, bugün gazetelerde mal varlığımı açıklayacağım ilan ediliyor. Salı gününe kadar ellerinde çelik çomak var."

    Başbakan'ın "basına kelle vermemek" konusundaki tavrına ilişkin örnekleri Aktüel Dergisi'nde Tuba Atav da sıralıyordu… 
     
  •  40 kişinin hayatını kaybettiği Pamukova kazasından sonra hedefteki isim haline gelen Ulaştırma Bakanı'nın arkasında duruşunu… 
  •  Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Rus turistlere "sonradan görme" demesi üzerine çakan şimşekleri kendi üzerine çekmesini…
  •  Hamas liderinin Ankara ziyaretini organize eden danışmanı Ahmet Davutoğlu'nu korumasını hatırlatıyordu…

    HEM NALINA, 
    HEM MIHINA…


    Köşe yazarları ise bir yandan mesleği savunuyor, bir yandan çuvaldızı kendilerine batıyorlardı, acımasızca…

    Fatih Altaylı"Kim, Başbakan'dan ne istedi, açıklasın" derken "Aynen yazmayan haysiyetsizdir…" diye ekliyordu…
    Meslekte 50 yılı geride bırakan Hasan Pulur da "Ah Başbakan bir açıklasa, şu takke düşse, kel görünse… Ömrümüzün sonunda gözü açık gitmesek, içimizde ukde kalmasa…" diyordu yazısını tamamlarken…

    Umur TaluSabah Gazetesi'ndeki köşesinde, "Kükrerken aslanlar gibi, azıcık düşüneceğiz" diyor, hem nalına hem mıhına vuruyordu…

    Başbakan'ı eleştirirken, "… Çünkü bir şey biliyormuş gibi yapıyor, hepimizi zan altında bırakıyor ve böyle işlerin olabileceğini hangi deneyimler sayesinde bildiğini merak ettiriyor"diyordu.. 

    Ardından, çuvaldızı bu kez kendi mesleğine batırırken, "gözünün önünden mamul ve sipariş manşetler, aklının ucundan gizlenen haberler, dilinin ucundan yazamadığı yazılar, kulağının dibinden 'yukarıdan arzular'la işinden, yerinden, yazısından olan meslektaşlarının" sesini aklından geçiriyordu… 

    "Bu iddiaları hak edebilecek bir şeyler olmadı mı hiç" diye muhasebe yapmak gerektiğini söylüyordu…

    BASTIR
    BAŞBAKAN…


    Çuvaldızı belki de en ağır biçimde meslektaşlarına batıran yine Sabah Gazetesi'ndendi… 

    Yılmaz Özdil"Dünyanın en yağcı medyası Başbakan'a yaranamıyor" başlıklı yazısında, 23 yıldır sürdürdüğü gazetecilik yaşamında ilk kez muhalefete muhalefet eden bir basın gördüğünü söylüyordu…. 

    "Basında kalan tek tük ahlaklı ağabeylerimiz savunmaya çalışıyor. Yapmayın ağabeyler, kimin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Mesleğimizi savunmaya çalışırken, aslında bu mesleğe yakışmayan insanları savunmuş oluyoruz. 

    Çünkü biliyorum, Başbakan yarın davet versin, bunların alayı şerbet bardağıyla poz verir kameralara... Onun için... Bastır Başbakan. Bu yalakalardan kurtulmadan, bu iktidardan kurtuluş yok..."


    GÜNDEMDEN 
    KAZANÇLI ÇIKABİLMEK…


    Gelelim, AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak Gazetesi'ne…
    Fehmi KoruYılmaz Özdil'le aynı günkü köşe yazısında aynı noktaya dikkat çekiyordu…

    "Bakmayın siz bazı medya mensuplarının ve meslek kuruluşlarının Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tepkisi karşısında sergiledikleri afra tafraya; güç karşısında derhal hazırola geçildiğini, emir ve talimatlar mucibince hareket edildiğini yakından biliyoruz."

    Koru, konuyu 28 Şubat sürecine bağlıyordu… 
    Ardından yine Başbakan'a dönüyor ve bir öğütle bitiriyordu yazısını; 

    "Medyaya kızmak kolay; zor olan, kızılan medyanın dayattığı gündemden kazançlı veya az zararla çıkabilmektir."

    AKP'yi destek veren gazeteler konuyu, 28 Mart süreciyle birleştiriyorlardı… 
    Bugün Başbakan Erdoğan'a "medyayı töhmet altında bırakıyor" iddiasıyla feryat edenlerin o günleri hatırlaması isteniyordu…

    Örneğin, yine Yeni Şafak yazarlarından Mehmet Ocaktan, siyaset-medya-sermaye üçgeninin hedefinin 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi olduğunu ve Başbakan'ın bu planıgördüğünü, bu yüzden de rotasını değiştirmemekte kararlı olduğunu ileri sürüyordu… 

    Ocaktan, özellikle, "merkez medya" olarak tanımladığı medyanın başlattığı muhalefet kampanyalarının toplumda bir karşılığı olmadığını vurguluyordu…

    BAŞBAKAN, 
    CLİNTON GİBİ…


    Bu vurgu da yalnız değildi…
    Akşam Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut, medyadaki tepkinin toplumda karşılığı olmaması ihtimali üzerinde duruyordu…

    Erdoğan'ın "umursamaz tavrına" yönelik kızgınlığın, medyaya bu kadar fazla yansırken,seçmenler tarafından algılanmadığı görüşünü savunuyordu…
    "Bu olan biten bana yabancı değil" diyordu Serdar Turgut… 

    Clinton'ın başkanlığı döneminde Washington'da muhabirlik yapan Turgut, o dönemdeClinton aleyhine büyük kampanyalar açıldığını hatırlatıyordu;

    "… Hemen her gün Başkan'ın adının geçtiği büyük bir skandal iddiası ortaya atılıyordu. Clinton ise bunları umursamadan işine bakıyor, bu tür gelişmeler onu yıpratmıyordu. Çünkü Clinton gerçekten de seçmen ile diyaloga girmek için ana medya dışında yerel basını kullanıyordu. Ve halk kendisini Clinton'a yakın hissediyordu."

    Hakkındaki onca olumsuz yayına karşın Unakıtan'ı korumadaki ısrarını da Başbakan'ın toplumda bir başka dinamiği yakalamış olabileceğinden söz ediyordu… 
    Yani, ana medya dışında yerel basın ve televizyon kanalları….. 

    Yerel yönetimlerin çoğu AKP'liydi ve muhtemeldir ki yerel medya Başbakan aleyhine fazlaca bir yayın yapmıyordu… 
    Tıpkı, Clinton'un zamanında da yerel basın ve televizyon kanallarının çok güçlenmesi gibi…

    Serdar Turgut, ana medyanın ise bu değişik dinamiği henüz tam anlayamadığını ve bunun gereğini yapamadığını söylüyordu… 

    HÜLYA AVŞAR'DAN 
    DAYANIKLILIK VE 
    TAHAMMÜL GÜC܅


    Başbakanı "açtığı davalar, basına yönelttiği savunu içerikli suçlamalar, kurduğu cümleler, gazete okumayışı, çoğu zaman kızgınlığını kontrol edemeyişi" ile daha çok kariyerini koruma telaşındaki genç ve yorgun bir yıldıza benzeten İclal Aydın,"Keşke Hülya Avşar'daki dayanıklılık ve tahammül gücü Başbakan'da da olsaydı" diyordu…

    Siyasilere, Hülya Avşar'dan danışmanlık almalarını da öneriyordu… 
    Hangi konularda mı?...
  • Yorumlara karşı nasıl dayanıklı ve soğukkanlı olunur?
  • Karşı taraf nasıl oyuna sokulur? Nasıl mat edilir?
  • Basından nasıl yararlanılır ve nasıl yıllarca gündemde kalınır?

    6 Şubat 2006'da 19. kuruluş yıldönümünü kutlamak amacıyla Basın Konseyi'ne yolladığı mesajda Başbakan Erdoğan, 

    "...Halkımızın gerçekleri öğrenme hakkı doğrultusunda kamuoyunu bilgilendiren basın organları, demokrasinin sağlıklı işlemesi ve yerleşerek köklenmesi açısından hayati önem taşırlar." demişti…

    Şimdi Başbakan "Tam bir Kasımpaşalı gibi" davranıp, söylediklerinin arkasında mı duracak?

    Hani, TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı bir konuşmada "iddiasını ispatlamayanlara üç nokta diyorum" demişti ya…
    Üç noktaları kendisi ne yapacak?...

    Yoksa… Yoksa… 
    İclal Aydın'ın önerisini dikkate alıp, Hülya Avşar'dan danışmanlık mı alacak?...