Sitemizde Ara

 

  • Azime ACAR

    Medyanın takibinde iki kriz vardı, bu hafta… 
    Birisi devlet, diğeri magazin dünyasındaydı…

    Devlet cephesindeki krizin ucu yine medyaya dokunuyordu… 
    Başbakan bu kez de Orgeneral Büyükanıt ve Şemdinli gelişmelerini değerlendirirken, işi basını "lanetlemeye" kadar vardırıyordu…

    Zira, bu vaka, medya ilişkileri açısından epeyce ipucunu barındırıyordu… Doğrusu, Sanem Çelik'in Beyaz Chevrolet'teki görüntüleri, "Tansu Çiller'in mayolu fotoğrafından sonra Türk paparazzilerinin en iyi işi" olarak yorumlanıyordu… 

    Pınar Altuğ'un "Çocuklar Duymasın" dizinden alınması henüz hatırlardaydı… 

    Ve, elbette Seda Sayan'ın televizyon programından köşe yazarlarına kadar herkes,Sanem Çelik'in görüntülerini, canlandırdığı Aliye karakteri ile bağlantılar kurarak tartışıyordu…

    Hatta, Saadet Partisi'ne ve Necmettin Erbakan'a yakınlığı ile bilinen Milli Gazete'denNedim Odabaş bile bu konuda yazıyor, "Gerçek hayatta her naneyi yiyeceksiniz. Dizilerde ise ahlak kumkuması kesileceksiniz.. yok öyle yağma!..." diyordu…

    Bu konuda hemen herkes yorum yapıyordu ama bu görüşün karşısındaki en çarpıcı yorum Sabah yazarı Emre Aköz'den geliyordu… 

    Günümüzde seyircinin bunları karıştırmadığını yazıyordu… 
    "İzleyiciyi artık çocuk yerine koymanın alemi yok" diyordu;

    "Aliye ile Sanem'i seyirciler değil, medyacılar birbirine karıştırıyor. Çünkü olumlu ya da olumsuz böylesi işlerine geliyor…" 

    Nitekim, yazısında Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Hülya Tanrıöver'in "gecekondularda bile izlediğini değerlendirme kapasitesinin gayet yüksek olduğu" sözlerini aktarıyordu...


    Evet, bu tür vakalarda tüm kişisel yaşamlar gözler önüne serilirdi… 
    Daha önceki ilişkiler araştırılırdı… 
    Yakınlarının, sevdiklerinin ve sevmediklerinin yorumlarıyla kartopu gibi büyürdü… 
    Hatta, televizyon programlarında olayın kahramanlarıyla bir kez bile karşılaşmamış başka ünlülere… 
    Sokaktaki sıradan insanlara sorulurdu, "Ne diyorsunuz" diye…

    Türkan Şoray'ın "O benim veliahtım" dediği Sanem Çelik vakası medya ilişkileriaçısından şu soruları akla getiriyordu;
     
  •  İstenmeyen bir haberi ÖNLEMEK mümkün mü?...
  •  "Yorum Yok" deyip, saklanmak işe yarar mı?...
  •  Gazeteci "arkadaşlığınıza" mı, "habere" mi sadık kalmayı seçer?...

    İSTENMEYEN HABERİ ÖNLEMEK…

    Gerçekten mümkün müydü?...
    Beyaz Chevrolet'teki görüntülerin hemen ardından, bir zamanlar yönetmenliğini yaptığı A Takımı'nın kaptanı Savaş Ay'ı arıyordu Kudret Sabancı… 
    "Haberi durdur Savaş abi!..." diyordu…

    Savaş Ay ise "Sanem ile yakalandıktan sonra beni aradı. 'Çekim yaptılar, bu haberi durdur Savaş Abi' diyerek yardım istedi. 'Benim yapabileceğim bir şey yok. Haberi durdurmak benim elimde değil' dedim" diyordu…
    Kudret Sabancı'nın dertleşmek için aradığı Savaş Ay, yaptığı sohbeti röportajadönüştürüyor ve Sabah'ta yayınlıyordu…

    Gerçi, Kudret SabancıSavaş Ay'ın yazdıklarını inkar ediyordu… Savaş Ay da "elimde büyüdü" dediği, Kudret Sabancı'nın yalanlamasını şu sözlerle yorumluyordu: 

    "… O konuştuklarımızı röportaj haline getirdim. Benimle konuştuklarını inkâr etmesine gelince, bunu normal karşılıyorum. Şimdi ona adını sorsan, 'Benim adım Kudret değil'der. Tamamen dağılmış durumda."


    Kudret Sabancı, gecenin ilerleyen saatlerinde, 03.30'da çekimleri yapan Pazar Keyfiprogramının yöneticilerini arıyordu… "Karım hamile, bu görüntüleri yayınlarsanız bebeğini düşürür" diyerek, yayınlamamalarını istiyordu… 
    Birkaç telefon konuşmasıyla bu bilginin doğru olmadığı anlaşılıyordu...
    Yazılı, görsel, elektronik medyada patlıyordu haber…

    Ama, Kudret Sabancı "yayınları engelleme" gayretinden vazgeçmiyor, bu kez deSanem Çelik ile birlikte mahkemeye başvurarak "haberlerin durdurulması" için yasal destek arıyordu...

    Mahkeme, fotoğrafların ve görüntülerin basının haber verme hürriyeti sınırları içerisinde kaldığını belirtiyor, "Kamuoyunun yakınen tanıdığı kişilerin, umuma açık bir çay bahçesinde sarılmış vaziyetteki görüntülerinin basında yer alması, hukuka aykırı değildir" diyerek ihtiyati tedbir talebini reddediyordu… 


    REYTİNG SAVAŞI MI?…

    Kudret SabancıAli Kırca'yla ana habere çıktığında ise söylediği daha çok "dizinin başarısını çekemiyorlar" türünden cümlelerdi…

    "Dizinin başarısını çekemeyenler, yönetmeni ve baş kadın oyuncusu üzerinden bel altı vuruş yapıyorlar"… 

    Akşam Gazetesi'nde Engin Ardıç, bu tür skandalları "rakip televizyonun dizisini batırıp gelirini baltalamak" amacıyla kullanmayalım diyor ve şöyle ekliyordu: "Ticari ahlaka aykırıdır..." 

    Reha Muhtar ise Sabah'taki köşesinde, "televizyon dünyasında etik çoğu zaman yüz milyonlarca dolarlık kazançlar demektir" diyordu…

    Ama, her şeye rağmen… Cengiz Semercioğlu'nun da yazdığı gibi dünyanın her yerinde bu kadar popüler bir televizyon dizisinde yaşanan yasak aşk HABER'dir!!!


    SAKLANMAK İŞE YARAR
    BİR YÖNTEM Mİ?...


    Gelelim, vakanın diğer kahramanına… 
    Devekuşu gibi saklanma görüntüleriyle hafızalara kazınan… Medyanın arşivinde, bundan sonraki her haberinde "hatırlatılmak üzere" yerini alan Sanem Çelik'e…

    "Bedeni dışarıda… Poposu havada… O saklandığını sanıyor... Oysa, dünya alem onu görüyor. Nedense, bu görüntü bana çok hüzünlü, çok acıklı geliyor... Sen saklanıyorum zannediyorsun ama bütün bedenin açıkta... Camdan kameralarıyla seni dikizleyen herkes seni o halde görüyor... "

    Bu satırlar, Ayşe Arman'a aitti…

    "Saklandığına göre iyi bir şey yapmadığını sen de kabul ediyorsun.
    Yapılması gereken, kendine acınmak değildi... Silkinip, ayağa kalma zamanıydı... 
    Bir sürü böyle vaka oldu. Krizi iyi yöneten kazandı, iyi yönetemeyenler kaybetti. 

    Oysa, çıkıp 'Durum budur, siz nasıl değerlendirirseniz değerlendirin. Zaten benim herhangi bir şey söylemem, sizin düşüncelerinizi değiştirmeyecek. Siz yine istediklerinizi yazacaksınız. Evet, bu arabanın içindeyiz, o yönetmen ben oyuncu arabada çay içiyoruz, gerisi de sizi ilgilendirmez...' demiyorsun? Diyemiyorsun.

    Hadi diyelim, o onda, ilk gün basiretin bağlandı. Kameralar, mameralar, itiş kakış, karambol. Bir şey yapamadın. Ama ikinci, üçüncü gün, insanlar senden düzgün bir açıklama bekliyor..."



    Belki konuşsa da "gerçeği değiştiremeyeceği" düşüncesiyle susup, saklanmayı tercih ediyordu…

    Yılların magazincisi Bilal Özcan da Bugün Gazetesi'nde aynı çağrıyı yapıyordu…

    "Çünkü, topluma mal olmuş şöhretli kişilerin özel hayatları dünyanın her yerinde kamuoyunun gözetimi altındadır. Medyada kamuoyunun gözü, kulağıdır. 

    Tabii ki gazeteci hiçbir ünlünün evinin içerisine giremez, ağaca çıkıp da yatak odasının görüntüsünü çekemez. Ancak,arabanın içinde de olsa, herkese açık bir çay bahçesinde öpüşen bir star heryerde haber konusudur.

    Bana sorarsanız Sanem Çelik kameramanları mahkemeye verirse hata yapar. Onun yapması gereken, bu şekilde ortadan kaybolup, avukatına "kameramanlara dava açın" diye talimat vermek olmamalı. Eğer Kudret Sabancı ile yaşadığının doğru olduğuna inanıyorsa, kaçmayı bırakıp ilişkisine sahip çıkmalıdır.



    Ama, Sanem Çelik, saklanmasını sürdürüyordu…

    Magazin dünyasında bomba gibi patlayan bu vakaya gösterilen toplumsal tepkiye ilişkin iki gazetecinin yorumu dikkat çekiciydi…

    Birisi, magazinin usta isimlerinden Aykut Işıklar'dı....

    "…Halkın arasında fazla dolaşmadıkları için, savunurken diziye kötülük yapıyorlar. Aliye rolünün hayranı olan kadınlar, kızın ne yaptığını hiç umursamıyor. Ama yönetmen Kudret Sabancı'nın tipini hiç beğenmediler. Sanem Çelik'e yakıştıramadılar. İşte sorun burada... 'Bula bula o adamı mı buldu? Kırk tane gönlüm olsa birini vermem diyorlar."


    Nitekim, Seda Sayan Kanal D'deki sabah programında Aykut Işıklar'ın bu yazısını okuduğunda salondaki kadınlar da benzer tepkiler dile getiriyorlardı…

    Posta Gazetesi'nden Yazgülü Aldoğan ise konuyu bir başka açıdan mercek altına alıyordu:

    "… Yeri gelmişken artık tartışmaya başlasak iyi olacak, aslında bizim dizilerdeki en büyük eksiklik nedir biliyor musunuz? Cinsellik! 

    Bugün reklamdan modaya, müzikten edebiyata bütün alanlarda cinsellik boyutu tavana vurmuşken dizilerde karı kocalar bile yatağa pazen pijamayla giriyor, öpüşürken de birbirlerini yanaktan ya da alından öpüyor! Göstermemek bir yana, hayal bile kurdurmuyorlar izleyiciye..."



    * * *

    Gelelim, bu vakanın, iletişimcilere “medya ilişkileri” açısından sunduğu ipuçlarına…

    İpucu 1: Gazetecinin görevi şüpheci olmak ve zor sorular sormaktır…

    İpucu 2: Haberi durdurmak diye bir şey söz konusu değildir. Üstelik, durdurmaya çalışmanız da ayrıca haberdir. Dünyanın her yerinde böylesi popüler bir dizinin başrol oyuncusunun yasak aşkı haberdir…

    İpucu 3: Bir gazetecinin sadık kalmayı seçeceği tek şey HABER’dir… 
    Her ne kadar dostu, hatta meslektaşı bile olsanız