Sitemizde Ara



Korku ve öfke yerine yas ve merhameti seçen Yeni Zelanda’nın kendi yolunu kendi belirleyen Başbakanı Jacinda Ardern, kriz anlarında eylemlerin kelimelerden daha yüksek sesle konuştuğunu bir kez daha kanıtladı.

Liderlik, kriz yönetimi ve mesaj verme kriterlerinde çıtayı fena halde yükselten Ardern, “Haysiyetle, zarafetle ve cesaretle işte böyle iletişim kurulur!” dedirtti.

İşte, Yeni Zelanda Başbakanı Ardern’den kriz yönetimine dair 3 ders.


Azime ACAR




DERS 1: BAĞ KURUN, ÜZÜNTÜNÜZÜ GÖSTERİN

15 Mart Cuma günü Yeni Zelanda’da iki ayrı camiye yapılan saldırıdan sadece birkaç saat sonra canlı yayında gazetecilerin karşısına çıktı ve kamuoyu ile en üst seviyeden bağ kurdu.

Ertesi sabah olay yerine, saldırının yapıldığı Christchurch kentine  yola çıktı.

Yakınlarını kaybetmiş, acı içindeki insanlarla arasına hiç mesafe koymadan kollarını uzattı, tek tek sarıldı, acılarına ortak olmaya çalıştı.  

Duygularını sergilemekten çekinmedi, hissettiklerini başkalarının da hissetmesine izin verdi.


Christchurch Belediyesi fotografçısı, eski foto muhabiri Kirk Hargreaves’in çektiği bir kare fotoğraf ise “kalbini kapının ardında bırakmayan bir liderin” yüzündeki hüznü tüm dünyaya taşıdı.

Başbakan, başında Hindu inancının renklerini taşıyan siyah örtüsü ve etraftaki çiçeklerle bir “hayal” gibi yansıdı. Gözlerinde derin bir hüzün, kaşını endişeyle kaldırmış, elleri birbirine sıkı sıkıya kenetli…

Hargreaves’in Belediye’nin twitter adresinden o Cumartesi günü bu fotoğrafı paylaşmasıyla, dakikalar içinde tüm haber ajansları, gazeteler, sosyal medya platformlarında yer aldı, Yeni Zelanda saldırısının simge fotoğrafına dönüştü.


ÖFKE VE KORKU YERİNE YAS VE MERHAMET

Ardern, sevgisini sundu, kalben üzülmenin, içten samimiyetin nasıl olabileceğini gösterdi.

Neyi yapmadı?
Bir çok sözcünün yaptığı gibi alelacele başsağlığı dileyerek kaçmadı, sadece “düşüncelerini ve duaları” dile getiren sözcüklerle yetinmedi.

Bir siyasi konuşma yapmaya çalışmadı, sadece dinledi.
Bir hoşgörü jestinden daha fazlasıydı.

Yaşamda değerli bir şey kaybetmenin acısıyla duyulan öfkeyi veya korkuyu değil, yas tutmayı ve merhameti, hüznü şefkatle beslemeyi seçti.

Tüm siyasi ve kültürel farklılıkları aşarak gerçek, sahici bir bağ kurdu.
Acı vermek yerine acıyı hafifletmeye çabaladı.



DERS 2: NE OLUP BİTTİĞİNİ AÇIKLAYIN

Bir krizde, liderin sessizliğe gömülmesinin panzehri gibiydi.

Boeing’i hatırlayın. Beş ayda aynı model iki uçağı düşmüş, 346 kişi yaşamını kaybetmişti. Dünyanın dört bir yanında yolcular endişe içindeyken, CEO sessizliğe gömülmüş, şirket üç günde üç kısa yazılı açıklama ile yetinmişti.

Başbakan Ardern ise katliamın ardından, birkaç saat içinde düzenlediği basın toplantısında, “Bugün, ülkemizin en karanlık günlerinden biri” diyerek, eldeki ilk bilgileri paylaştı.

Ertesi gün, olay yerine gitti ve “Ülkenin yasta birleştiği” mesajını verdi.

Salı günü Meclis’te yaptığı konuşmasını, “Es selamünaleyküm” diyerek açtı, barışın hepimizin üzerine olmasını diledi.

Saldırgana değil, mağdurlara yönelmeyi seçti. Saldırganın adını bile anmadı.

Bu arada Trump’ın telefon görüşmesinde “Yapabileceğimiz bir şey var mı?” sorusunu, “Bütün Müslüman topluluklara sempati ve sevgi” diyerek yanıtlaması da dünya medyasında geniş yansıma buldu.

Medya, Ardern’i Trump’un panzehri olarak tanımlandı ve sağduyulu, kuşatıcı, örnek alınası niteliklerinden dolayı “Jacindamania” ismini taktı.

Örnek, iki öğrencisini kaybeden lisedeki anma törenine katıldığında, bir öğrencinin “Nasılsınız?” sorusunu “Nasıl mıyım? Sorduğun için teşekkürler. Çok üzgünüm” diyerek yanıtladı. Ne kızgındı, ne korkmuştu ama üzgündü.

Ne yapmadı?...

Ofisinde oturup, içi boş ifadelerle yazılı demeçler vermedi.
Mümkün olan her fırsatta daha fazla bilgi vermeye çalıştı.



DERS 3: HIZLA EYLEME GEÇİN

Krize titizlikle karşılık veren Ardern, insanlığın ortak değerlerini hatırlatırken bürokrasiyi de kırdı.

Katliamın ertesi günü, mağdurların cenaze masraflarını karşılamayı, ailelerine maddi yardım sunacaklarını açıkladı.

Silah yasasını gözden geçirme sözü verdi ve bir hafta geçmeden sözünü tuttu, yeni yasayı çıkardı, yürürlüğe koydu.

Hızlı eyleme geçmekle yetinmedi, aynı zamanda sağlam bir eylem de ortaya koydu.

Sosyal medya platformlarının katliamdaki rollerinin araştırılması, özellikle şiddet söz konusu olduğunda yeni medya düzeni sorgulaması da gündemindeydi.  

Hatırlatalım, saldırgan kafasındaki kaska taktığı kamera ile 17 dakika boyunca Facebook üzerinden canlı yayın yapmıştı. Facebook, kendisine ilk uyarının yayından 12 dakika sonra geldiğini, 24 saat içinde videonun 1.5 milyon platforma yükleme işlemini engellediğini, tüm videoların kaldırılması için mücadele ettiklerini açıklamıştı.

Başbakan Ardern, “Yalnızca postacı değil, yayıncı da olduklarını” hatırlatıp, sorumluluk almaları gerektiğine, “her şeyin kar etmekle ilgili olamayacağına” dikkat çekti.

Yeni Zelanda’daki bu genç kadının eylemleri, dünyanın bir çok yerinde yankı buldu.

En çarpıcı
olanlarından birisi New York’ta bir sinagogun, Cuma namazı için kapılarını Müslümanlara açmasıydı.

Namaz esnasında sinagog önünde bekleyenlerden bir Yahudi kadın, başında başörtüsü ve elinde “Yahudi komşularınız sizin yanınızda” tabelasını taşıdığı eylem, dünyaya kelimelerden çok daha fazlasını anlattı.


HAYSİYET – ZARAFET – CESARET

Kendi yolunu kendisi belirleyen, 37 yaşındaki dünyanın en geç Başbakanı Jacinda Ardern’in tüm yaşamı bu süreçte medya tarafından bir kez daha tarandı ve gözler önüne serildi.

Vouge dergisine verdiği göz alıcı fotoğrafıyla,
Time dergisince en etkili 100 iş insanı arasına girmesiyle,
Birleşmiş Milletler’e üç aylık kızıyla gitmesiyle,
Trump’a verdiği ayarla...



Ve, saldırıdan bu yana geçen iki hafta boyunca, yüreklere su serpen, umut veren iletişim tarzıyla tüm dünyanın övgüsünü kazandı.

“Biz ve onlar” demeden, topu taca atmadan, “korku ve öfke” yerine “yas ve merhameti” seçerek zorlu bir işin incelikle nasıl yürütüleceğini gösterdi.

Guardian yazarı Suzanne Moore, bu genç kadının yaptıklarını şöyle tanımladı:

“Martin Luther King, sahici liderlerin uzlaşma aramayıp, kendilerinin bir uzlaşma yarattıklarını söylemişti. Ardern da, eylemiyle, şefkati ve birleştiriciliğiyle yol göstererek farklı bir uzlaşma yarattı. Terör, farklılıkları görür ve yok etmek ister. Ardern farklılıkları görüyor ve onlara saygı gösteriyor, kucaklıyor ve bağ kuruyor."

Özetlersek: Haysiyetle, zarafetle ve cesaretle işte böyle iletişim kurulur!