Japonya yeni yıla peşpeşe iki felaketle girdi.
Biz şaşkın şaşkın izledik.
Japonya’dan kriz dersleri, almak isteyene.
Azime ACAR
2024’ün ilk günü 7.6 büyüklüğünde depremle ağır yara alan Japonya, yılın ikinci günü bir yolcu uçağının depreme yardım götüren Sahil Güvenlik uçağına çarpmasıyla sarsıldı.
40 saniye süren deprem, “depremle yaşamaya alışkın” Japonya’da bile büyük yıkıma neden oldu.
On binlerce ev yıkıldı, yollar ve köprüler çöktü, deprem ardından yangın ve toprak kaymaları yaşandı. İlk anda arama kurtarma faaliyetlerine başlayan ordu birliklerinin sayısı kısa sürede iki katına çıkarıldı.
70’i aşkın kişinin hayatını kaybettiği deprem sonrası kurtarma çalışmaları hala sürüyor.
BİN KATI ÖLÜM
Depremin büyüklüğüne karşın hayatını kaybedenlerin sayısının azlığına şaşırdık kaldık. Nasıl şaşırmayalım ki? Çok değil, geçen yıl 6 Şubat’ta yaşadığımız depremde kaybettiklerimizin sayısı 50 bini aşmıştı. Japonya’dakinin yaklaşık bin katı ölüm.
Depremlerde yaşanan ölüm oranlarıyla hükümetlerin güvenlik için ne kadar para harcadığını merak eden Northeastern Üniversitesi’nden Prof. Daniel Aldrich, ölüm önlem arasındaki ilişkiyi “Çok, çok, çok yüksek” olarak tanımlıyor.
Türkiye depremini hatırlatan Aldrich, Japonya gibi ülkelerin “insanlarını güvende tutmak” için çok ciddi para harcadığını ve bu nedenle daha hazırlıklı olduklarına dikkat çekiyor.
DERS ALMAZSAN NE ÇARE
Başka neye şaşırdık?
Gelen görüntülerde panikleyen, sokağa fırlayan, camdan atlayanlar yoktu. Oldukları yerde çömelip, sarsıntının geçmesini bekliyorlardı. Hani bizim de Ulusal Tatbikat yaparak, öğretmeye çalıştığımız ama milletin vekillerinin bile doğru dürüst uygulayamadığı, depremin meşhur önlem önerisi “çök, kapan, tutun” yapıyorlardı.
Nasıl oluyor da oluyor?
Oluyor, çünkü ağır hasar olsa bile binanın ayakta kalacağına inanıyorlar.
*
Ateş çemberindeki Japonya, her büyük deprem sonrası, dersini dikkatlice ve özenle çalışıp, hasarı inceliyor ve ona göre yönetmeliklerini güncelliyor.
Misal, şehrin yerle bir olduğu, 140 bin kişinin öldüğü, 1923’teki Büyük Kanto depreminden aldıkları derslerle anayasalarını ve tüm yasalarını yeniden yeniden düzenlediler.
Nitekim, 2011’de yaşadıkları depremde devasa gökdelenler sallansa, pencereler kırılsa da hiçbir büyük bina yıkılmadı.
Son depremde ise bölgedeki yıkılan binaların henüz yenilenemeyen, eski binalar olduğunu belirtelim.
Maraş’taki İnşaat Mühendisleri ve Mimarlar Odası’nın binası hala aklımızda değil mi? Bütün o yıkıntının orta yerinde sapasağlam kalmıştı.
İnşaat konusunda bu kadar iddialı olan Türkiye’nin bir türlü depreme dayanıklı binalar yapamaması işin acınası yanı olsa gerek.
Keşke her binayı yenilemek, kayıpları sıfıra indirmek mümkün olsa.
Ama en azından Japonların yaptığı gibi her seferinde “Neyi daha iyi yapabilirdik? Yapmalıyız?” diye düşünebilsek.
Düşünmek yetmez. Planlasak ve o planları uygulasak.
İKİ YÖNLÜ AFET YÖNETİMİ
Japonya hükümeti, vatandaşlarının hazırlıklı ve dayanıklı olmasını istiyor ama kendi üzerine düşeni de unutmuyor. Yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı işleyen bir yönetim yaklaşımı.
Afet öncesinde, sırasında ve sonrasında hükümetin “tatbikatlar, tahliye, deprem uyarı sistemi ve bunlarla başa çıkacak ekiplerin eğitilmesi de dahil” tüm girişimleri yukarıdan aşağı bir sistem.
Aşağıdan yukarıya ise sıradan bir insanın bu durumlara müdahale edebilecek donanıma sahip olmasını sağlamak. Bu yüzden, insanların çoğu depreme nasıl hazırlanacağını ve tepki vereceğini biliyor. Birkaç gün yetecek su ve yiyecek, yangın söndürücüleri, el fenerleri, radyolar gibi acil durum ekipmanlarını bulundurmak, bölgesindeki tahliye planına aşina olmak gibi.
TAHLİYE ŞAŞKINLIĞI
Depremin ertesi günü, Tokyo’da deprem bölgesine yardım götüren Sahil Güvenlik uçağına çarpan yolcu uçağından yapılan tahliyeye de inanamadık.
367 yolcu ve 12 mürettebatın 90 saniye içinde kimsenin burnu kanamadan tahliye edilmesi kadar, yanan uçakta yolcuların bağırıp çağırmadan, sakince kabin ekibinin yönlendirmelerini dinleyerek beklemelerine şaştık, kaldık.
İçerden çekilen görüntülerde, kabin ekibinin sadece çay kahve servisi yapmakla görevli olmadıkları da anlaşılıyordu.
Kabin ekibi soğukkanlılıkla, çok önceden yapılmış acil durum planlarına uygun hareket ederken, yolcular hayatlarının her alanında olduğu gibi kurallara uyup, disiplinli bekliyordu. Bilinçli yolcu, eğitimli ekip.
Uçağın tekerlikleri daha piste değer değmez, baş üstü dolaplarından çantalarını kapıp, ön kapıya koşan yolcuları o uçakta hayal edin. Böyle bir acil durum senaryosunda, kabin ekibi “Durun sakin olun” demeye kalmadan muhtemelen ezilirdi, izdihamdan ölen yolcular da cabası.
2016’da Dubai Havaalanı’na iniş yaparken alev alan Emirates uçağı tahliye edilirken, “çantalarını canlarından ve diğer yolcuların canlarından daha değerli gören” yolcuların baş üstü bagajları alma mücadelesi ile koridorları tıkamaları gibi. Neyse ki yolcu ve mürettebat sağ salim tahliye edilebilmişti.
*
Japonya yeni yıla krizlerle girdi, acı deneyimlerden yine dersler çıkaracaklar, bir sonraki kriz için önlemler alacaklar, eğitim ve kültürlerine entegre edecekler.
Biz, yeni yıla astrologlarla girdik. Yani işimiz fala kaldı, 2024 öngörülerini onlardan aldık.
Bir yılı doldurmasına bir ay kala Maraş depreminin ardından hala yaralarıyla boğuşanlara, kaybettiklerinin acılarıyla kavrulanlara yeni yıl için ne dilenir ki…
Ölüm ve önlem ilişkisini kavradığımız bir yıl dileğiyle…