Sitemizde Ara


  • Azime ACAR


Mehmet Ali Birand ve Ali Kırca...
ANA HABER kuşağında amansız bir "raiting savaşı"ndalar...
Seyirciler, meslektaşları, bağlı oldukları medya grubunun yayınları, günlerdir hepsi ipin üstünde kimin kalacağına kitlenmiş durumda...

Akıl verenler, yol gösterenler...
Internet sitelerinde "hangisi daha iyi" anketleri bile düzenleniyor... 
Gün gün "raiting" takibi yapılıyor;
Hangisi önde?
Kimin haberi kaçıncı sırada?
Kim daha doğal, kim daha sevimli, kim daha içten?...
Ve, tabii kaçınılmaz biçimde geçmişin ünlü ana haber sunucusu Reha Muhtar ile karşılaştırmalar...
Haberin magazinleşmesi tartışmaları...

MEDYAFOBİ'nin AYNA'sında bu hafta BİRAND'ın seyircileri, meslektaşlarını, hatta aynı medya grubu içindeki yazar arkadaşlarını bile "sersemletici" iletişim kazası yer aldı.

Birand'ın Gamze Özçelik'e yönelttiği soruların nedeni raitinge dönük acımasız bir haber senaryosu muydu?... Verilenle yetinmemek, arkasındaki gerçek öyküyü sorgulamak mıydı?... Öyle bile olsa ekranlarda yansıyan konuğunun duygularını, yaşadıklarını anlamaktan uzak, alaycı, acımasız bir iletişim...

Birand'ın röportajından alıntıların gazetelere yansıdığı gün, Ali Kırca'nın Sabah'taki köşe yazısı, hayatın içinden bir başka öyküyü sorguluyor, iletişimin esas ilkesi verilenle yetinmemek, arkasındaki gerçek öyküyü sorgulamak üzerine bir ders veriyordu.

"Yazmamızın bir sebebi yok.. Ne sebebi olsun ki.. O çocuklar öldü çünkü.. Birbirlerine sarılarak.. Bilin istedik, hepsi bu..." diyordu.

Bilin istedik... Denileni, duyulanı değil, görünenin ötesini bildirmek... 
Habercinin işi bu... Hepsi bu... 


Bana, Birand ve Kırca'nın hayatın içinden iki çarpıcı olay karşısındaki tavırları, "Hayalet Gişe" adlı ünlü çocuk kitabındaki bir bölümü çağrıştırdı;

"Buradan bir kova su gibi görünüyor
Ama bir karıncanın bakış açısından, engin bir okyanus
Bir filin bakış açısından, sadece soğuk bir içecek
Bir balığın bakış açısından ise elbette onun yurdu"

Mehmet Ali Birand, Gamze Özçelik olayına bir filin bakış açısından yaklaşırken, Ali Kırca bir balığın gözünden bakmayı başarmış gibi hisettim. Ne dersiniz? İşte, Birand'ın Gamze Özçelik röportajı ve Ali Kırca'nın yazısı...

İletişim sektöründe çalışanlar, özellikle medya ile ilişkileri yürütenler bilirler ki, "mesajlarını aktaracakları gazeteler/gazeteciler gibi düşünebilmek, onların bakış açısını anlayabilmek" işlerinde fark yaratabilmenin en önemli şartıdır.


MEHMET ALİ BİRAND'IN
GAMZE ÖZÇELİK RÖPORTAJI
Kaynak:

15 Eylül 2005 / haberturk

BİRAND: Türkiye'nin en çok konuşulan kişisisin. Bir yerde farklı nedenlerle konuşulsa bile (İnternette dolaşan pornografik görüntüleri kastederek) çok konuşulan insan olmak hoşuna gidiyor mu?

ÖZÇELİK: (Mehmet Ali Birand'ın sorusuna sinirleniyor) "Hayır hoşuma gitmiyor" diye cevap veriyor.

BİRAND: Bir taraftan bu kadar da konuşulmak da ne olursa olsun hem kariyerine hem de diziye ilgiyi arttırıyor. Her olayın hem iyi tarafı hem kötü tarafı var. Sen neresinden bakıyorsun olaya?

ÖZÇELİK: Benim için en önemli şey hayatta huzurdur. Bu pek huzur sağlayan bir şey değil açıkçası. Tabi ki işimde başarılı olmak istiyorum.

BİRAND: Oraya gizlenmenizin nedeni (Dizi setini kastediyor) gazetecilerden kurtulmak mı?

ÖZÇELİK: Sinirlenerek "Nereye gizlenmemiz?" diye Birand'a yanıt verdikten sonra "Evet doğru ama istedikleri zaman gazeteciler bizi buluyorlar çok da gizlenmiyoruz açıkçası..."

BİRAND: Olayın iyi tarafı kötü tarafı vardır. Sen neresinden bakıyorsun bu olaya? (Mehmet Ali Birand daha önce sorduğu ama yanıt alamadığı sorusunu yineliyor)

ÖZÇELİK: (Soruya sinirlenip içini çektikten sonra yanıtlıyor) Mümkün mertebe geçmesinden her şeyin toparlanmasından yanayım. Bu iş yargıda. Ben bu konuda çok da fazla bir şey söyleyemeyeceğim.Eminim insanlar ne tür duygular içinde olabileceğimi anlıyorlardır. Bu konuda çok da fazla söyleyebileceğim bir şey yok Mehmet Ali Bey...

BİRAND: Gamze sen son derece profesyonel bir insansın. Bunca badireye rağmen orda çalışıyorsun. Üstelik kardeşini de okutan bir insansın. Sen öyle aileden de zengin biri değilsin.

ÖZÇELİK: (Mehmet Ali Birandın sorusu karşısında sinirlenerek yüz ifadesi değişen Özçelik donuk bir şekilde sert bir karşılık veriyor) Nerden biliyorsunuz Mehmet Ali Bey?

BİRAND: Bana verilen bilgiyi söylüyorum

ÖZÇELİK: Her duyduğunuza lütfen inanmayın.

BİRAND: Ailen zengin mi Gamze?

ÖZÇELİK: Doğrudur, tamam (Zengin değil anlamında onay veriyor) ama bu konuda konuşmak istemiyorum yani. Bu beni ilgilendirir, bu benim özel hayatım. Benim ailemin maddi durumundan kime ne?

BİRAND: Kimseye ne değil. Ben sadece son derece basit senin gibi duyarlı hassas bir insanın bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek istemiştim.

ÖZÇELİK: Teşekkür ederim.Sizi de ben duyarlı olmaya davet ediyorum.


ALİ KIRCA'NIN SABAH
GAZETESİ'NDEKİ KÖŞE YAZISI  -
15 EYLÜL 2005-  

Biri 24 yaşındaydı.. Beriki 19..
Federasyonlarının yaptığı resmi açıklamalar ikisinin de "milli sporcu" olduğunu söylüyordu. Lâkin.. Adlarını ilk kez duymuştuk.. Nerede, ne zaman milli sporcu "unvan"ını aldıklarını da bilmiyorduk ki.. Duymamıştık..
Öldüklerinde öğrendik.

Biri 24 yaşındaydı, beriki 19.. Bildiğimiz, birbirlerine sarılarak öldükleriydi. 24 yaşındaki Mersinli Menderes Çoban; çaresizlik içinde çırpınan, 19 yaşındaki Şanlıurfalı "sporcu kardeş"i Ali Esmer'i kurtarmaya çalışmıştı.
Atatürk Barajı'nın suları Kahta kıyılarında ikisini de çekip almıştı derinlerine. Kahta kıyılarında.

Babası diyordu ki: "Menderes, ferdi olarak bu sporu yapıyordu!"
"Ferdi" olarak.. Bir takımı filan yoktu yani.. Yani bireysel, yeni kendi kendine.. Öyle mi? 19 yaşındaki Ali Esmer de öyleydi herhalde.. Resmi açıklamalar, ikisinin de "milli sporcu" olduğunu söylüyordu.

Gazetede resimlerini gördüm. Siz de gördünüz mü? Bir yarışmanın öncesinde çekilmiştiler muhtemelen. Menderes'in resmine baktım, üzerinde "milli" mayo yoktu. İşporta tezgahından alındığı belli bir şort yalnızca..

Yarışmadaki "sıra numarası"nı da fark ettim sonra Menderes Çoban'ın..
Dizinin hemen altına, çıplak tenine kömür kalemiyle 64 yazmışlardı. Bir de koluna, dirseğinin hemen üstüne... Yine kömür kalemiyle 64..
Suda silinmesin diye besbelli..

Resmi açıklamalar ikisinin de "milli" sporcu olduğunu söylüyordu.
Menderes Çoban; Mersin'de, inşaat işçisi babanın yedi çocuğunun en büyüğüydü.
Ali Esmer de, Şanlıurfa'nın Harran ilçesinin Bellitaş köyündendi.
Kahta kıyılarında birbirlerine sarılarak öldüler. İsterdik ki spor sayfalarında ölümlerinin altındaki soru işaretlerinin cevapları aransın dursun.

Daha çok gazetelerimizin "olay" sayfalarında yer aldılar ölüm haberleriyle..
"Neden spor?" derseniz; resmi açıklamalar ikisinin de "milli sporcular" olduğunu söylüyordu da ondan..
Spor sayfalarındaki "öteki" milli sporculara bakınca.. Onların da yaptıkları iş te "mil'liydi gerçi; alınan bir "üç puan"dan sonra, ne kadar "mil"yon ya da "mil"yar prim alacakları yazılıp çiziliyordu spor sayfalarında.

Hani her şey "ay-yıldız" içindi ya? Her şey vatan için filan..
Primler, maaşlar, transferler filan?..
Oysa zordu Kahta kıyılarında "milli" olmak..
Nice tepeleri aşıp gelmek gerekiyordu baraj gölünde yüzmek için..
Nice engelleri aşıp gelmek gerekiyordu, dizinin altına kömür kalemiyle 64 yazmak için..
Siz "yüzücü" diye bildiniz değil mi?
Oysa "Triatlon" koşuyorlarmış o gün Ali'yle Menderes.

Aynı zamanda gücün sembolüymüş triatlon, öyle diyorlar..
1.5 kilometrelik deniz (ya da göl) parkurunda yarışacaksınız. Sudan çıkınca bisikletinizi bulacak, ayakkabınızı ve formanızı giyeceksiniz. 40 kilometre boyunca bu kez de bisikletinizle yarışacaksınız. Hemen ardından 10 kilometre koşacaksınız.
Yarışmada üç ayrı "disiplin", birbirine ters kasları çalıştıracak. İyi bir hazırlık yapılmazsa spazmlar, kramplar kaçınılmaz olacak, öyle diyorlar..
Yani, adamı kolay "milli" yapmıyorlar Kahta kıyılarında..

Birileri bu satırları okuyunca "yanıt"a soyunacaktır mutlaka..
"Her türlü önlem alınmıştı" diyecektir..
"Formaları filan vardı" diyecektir..
"Lisanslı sporcuydular" filan diyecektir..
Öyledirler mutlaka, ne diyelim ki.. Öyle olsun..
Kim ister ki zaten "ölsün" çocuklar?.. İyi.. Herkes görevini yapmıştır, ya da yapmış olsun, ne diyelim.. Derdimiz onlarla değil zaten..

Ve fakat.. Bu çocuklar sakın; o yaman "kış vakitleri"nde okula ulaşmak için, karlı tepeler aşan "çocuklar"dan olmasın?.. O çocuklar olmasa da; o çocuklar adına, o çocuklar hesabına yarışıyor olmasın? Her zorlu parkurda, bize o çocukları hatırlatıyor olmasın?
Yaman kış vakitlerinde, engebeli dağ yollarında; ödülsüz, madalyasız, "transfer"siz, "prim"siz, "aferin"siz", "iftihar"sız, "takdir"siz, "iyi"siz, "pekiyi"siz çocukların "triatlon"undan, Kahta kıyılarına aksi düşen "talihsiz" bir parkur olmasın?

"Almanya'ya gidersek primler ne olacak?
Şimdi 'milli'lerimizin aklındaki soru bu?" Öyle yazıyor gazeteler..
Bu "köşe yazısı" da "milli"lerinizden Ali'yle Menderes'i yazıyor bugün..
Yazmamızın bir sebebi yok.. Ne sebebi olsun ki.. O çocuklar öldü çünkü..
Birbirlerine sarılarak.. Bilin istedik, hepsi bu..