Sitemizde Ara

Kimi iğnenin ucunu, kimi çuvaldızı batırıyor.

Hem içerden, hem dışardan batıyor iğneler medyaya.


Azime ACAR

Düne kadar fısıltıyla kendi aralarında konuşan eski, yeni gazeteciler şimdilerde ‘medyaya baskının yakın tarihinden’ anılarını ortalığa döküyorlar.

İğnenin ucunu kendine dokunduranlar, kitaplar yazıyor, meslektaşlara demeç üstüne demeçler veriyor.

Neler öğrenmiyoruz ki!

Misal, Banu Güven’in Birgün’e, Mustafa Dağıstanlı’nın Taraf’a verdikleri röportajlardan bir dönem çalıştıkları NTV cephesini öğrendik.


Dağıstanlı, “şahit olduğu bir telefon konuşmasında eski Genel Müdür Cem Aydın’ın ‘Artık babam bile izlemiyor bizi’ yakınmasını” aktardı. Cem Aydın, Gezi sonrası NTV’den ayrılmıştı.

Milliyet cephesinde yaşananları ise eski yayın yönetmeni Derya Sazak’ın yazdığı “Batsın Böyle Gazetecilik” kitabıyla öğrendik. Kitaba adını veren cümleyi Başbakan, Hasan Cemal için kullanmış, “Batsın sizin gazeteciliğiniz” demiş, ardından da Milliyet’ten uzaklaştırılmıştı. O günlerde Derya Sazak, Milliyet’in yayın yönetmeniydi.

Yakın tarih medya anılarını merak edenler, gazete arşivlerinden bulup okuyabilirler.



Gelelim çuvaldız batıranlara.

20 yıl muhafazakar camianın medyasında çalışan, kendi tabiriyle ‘onlarla büyüyüp, onlarla birlikte hayal kuran’ Levent Gültekin’den bir alıntı aktaralım. diken.com.tr’den Müjgan Halis’e konuşan Levent Gültekin’e göre, kabahatin büyüğü medyaya ait;

“Siz baskı var diyerek istifa eden tek bir gazeteci veyahut medya yöneticisi hatırlıyor musunuz? Ya kovuldular ya da istifaya zorlandılar.

Baskı geldiğinde insanlar patır patır istifa etseydi baskı kalıcı olur muydu?

Baskıya boyun eğerek kalıcı ve meşru bir şeymiş gibi sürdürülmesine zemin hazırladılar. Hasan Cemal’e baskı geldiğinde Derya Sazak ne yaptı? Kabullendi, işine devam etti. Sonra? Baskı en sonunda onun da başını yedi.”




Çuvaldızı acımasızca batıranlardan biri de şair, yazar Murathan Mungan’dı. Hürriyet Pazar’da Zeynep Miraç’ın “Türkiye’de olan bitenle ilgili gazetecilerin sınavına” ilişkin soruyu yanıtlarken Mungan, bakın nasıl yerden yere vurdu;

“Gazetecilerin bir sınav verdiğini düşünmüyorum. Bazı gazeteciler sınav veremeyecek kadar dışarıya süpürüldüler.

Kalanlar bundan daha önce uyguladıkları taktikleri uyguluyorlar. Hayatta, ayakta ve villalarında kalma taktiği. Onlar beni ilgilendirmiyor.

Kimse kusura bakmasın. Herhalde Türk medyası diyebileceğim kurum, meslek hayatının hiçbir döneminde bu kadar onursuz olmadı. Kendilerine bu kadar hazırlıksız yakalanmaları beni şaşırttı diyemeyeceğim.”




Bu arada, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) gizli belgelerini sızdıran Edward Snowden’in ortaya döktüğü bilgileri haberleştiren dört gazeteci en prestijli gazetecilik ödüllerinden birine layık görüldü.

Ödül, 1949 yılından bu yana, Yunanistan’daki iç savaşta öldürülen CBS muhabiri George Polk onuruna veriliyor.

George Polk ödülü, 2010 yılında “İranlı bir protestocunun vurularak öldürülmesini videoya kaydeden ve internet yoluyla dünyanın haberdar olmasını sağlayan” kimliği belirsiz kişilere “gazetecilik” adına verilmişti.


İPUCU:

Medyanın iç yangınını yazarken, TRT Radyo’da Zeki Müren’in eski bir söyleşisine denk geldik.

Şarkı aralarında sunucunun sorularını yanıtlayan Zeki Müren, meğer sanat yaşamı boyunca bir kez bile “tekzip” hakkını kullanmamış.

Hakkında yapılan haberler nedeniyle elbette içinin yandığı, uykusuz kaldığı geceleri olmuş.

Yazılıp çizilenlerle ilgili susmayı tercih etmiş. Ama bu susmanın aslında bir yanıyla kendinden emin olmakla ilgisi bulunduğunun da kibarca altını çizmiş. Zeki Müren, medya ilişkileri konusundaki kulaklara küpe ipucunu şöyle aktarmış, ‘aziz ve muhterem’ dinleyicilerine;

“Basınla dost geçinmek bir sanatçı için en büyük kazanç. Eleştirileri makul karşılamak gerek, hatta yön verici ise bir sanatçı için daha da faydalıdır.”



Belki Zeki Müren’in gösterdiği kadar olmaz ama biz yine de medyaya karşı ‘hoşgörülü’ günler dileyerek bitirelim.