Sitemizde Ara


  • Azime ACAR

    Kuş gribinin yüreklere saldığı endişe ve korku dalga dalga yayılmaya devam ederken…
    Gazetelerde… 
    Televizyonlarda… 
    İnternet gruplarında… uyarılar, çağrılar birbiri peşi sıra gelirken…

    Yoksa… Medyanın kuş gribi haberlerinde "ölçüyü kaçırmasıyla" mı karşı karşıyaydık?....
    Çabuk mu paniklemişti Türk basını gerçekten?...
    Reyting, tiraj kaygısıyla mı abartılmıştı salgın olasılığı?...
    Türk ekonomisi reyting, tiraj uğruna feda mı ediliyordu?

    Yoksa… Yoksa… "silahlı devrimi" yapamayan ve kartel medyasının içine sızmış solcularınyeni oyunu muydu?...
    Bu göçmen kuşlar solcu muydu acaba?...

    Kuş gribi değil de bir medya gribi mi vardı? 
    Ve, Medya kuştan daha mı tehlikeliydi?... 
    Peki, kuş gribi geçerdi de medya gribi nasıl geçecekti?...

    * * *

    Rivayet muhtelif…
    Aslında, hangi cepheden baktığınıza göre manzara değişiyor… 
    Nasıl mı?... 

    1 milyon kanatlının itlafından ve tavukçuluk sektöründen başlayalım… 
    Kamu otoriteleri, suçlunun "medya" olduğu söylemlerini sürdürüyor… Onun ötesindeki açıklamalar ise vatandaşın yüreğindeki endişeyi yatıştırmaktan, soru işaretlerini gidermekten yoksun… 

    Tıpkı, Başbakan'ın "entegre tesislerin ürünleri güvenli" açıklamasının pek iş yaramaması gibi…

    Tavukçuluk sektörü, dibe vurmamak için çırpınırken… bazı üreticiler ilanlarla kamuoyunu doğrudan "kendileri" bilgilendirmeye çalışıyordu…

    Kuş gribinin adı bile çoktan tavukçuluktan başka sektörlere sıçramış, Türk ekonomisini etkilemeye başlamıştı bile…

    Misal… turizm sektörü….
    "kuş" nedeniyle peşpeşe geldiği bildirilen rezervasyon iptalleri…
    Misal… Türkiye-AB üyelik süreci… 
    Zira, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından tutun, Ağca'nın salıverilmesine kadar pek çok sorun Türkiye AB ilişkilerini etkilemeye adaydı…

    Nitekim, Mensur Akgün, Referans Gazetesi'nde, "zaten parlak olmayan Türkiye imajının kuş gribi görüntüleriyle iyice dibe vurması olasılığını" hayli güçlü görüyordu…

    Vahap Munyar, Hürriyet'teki köşesinde işadamları ile yaptığı sohbetleri ve onların"medya abartıyor" görüşünü aktarıyordu…

    Koç Holding'in CEO'su Bülent Özaydınlı, Sabah Gazetesi'nden Şelale Kadak'a "Kimse farkında değil, sadece bir sektörü etkiledi sanıyorlar. Oysa ekonomiyi tümden etkileyecek" diyordu…

    REKLAM VERECEK FİRMA KALMAYINCA…

    Hıncal Uluç, Sabah Gazetesi'nde köşesinde, bir başka işadamından örnek aktarıyordu… 
    60 yıldır Nadir Güllüoğlu'ndan baklava alan Yunanistan'ın "ilk kez" baklavanın üzerine sürülen yumurta nedeniyle alımları durdurduğunu açıklıyordu…

    Hıncal Uluç, yaşananları "Türk medyasının yarattığı panik havasına" bağlıyordu ve"medya gribi" olarak tanımlıyordu… 

    "Turizm isletmelerinden e-mail yağmaya başladı. Hadi bu mevsimde gelecek yığınla futbol takımı vazgeçmiş. Kabul. Peki… Ya yaz sezonu, altı ay sonranın iptalleri.. Bizim ekran görüntüleri anında Avrupa televizyonlarında… Öyle olunca da, korku dağları bekler… 

    Biz silahı kendimize çevirmiş, kendi kendimizi vururken, el oğlu boş durur mu?... Türkün tavuğu yumurtası yerine kendi malları satılacak... Türk tatili yerine kendi tatilleri konacak… Türkiye'ye giden paralar onlara kalacak… O zaman ad kolay konuyor...Kuş gribi değil, Türk gribi.."


    "İğrenç bir reyting ve tiraj yarışına Türk ekonomisinin kurban edildiğini"söylüyordu Hıncal Uluç…

    "Reklam pastasından daha büyük pay almak için bu utanç yarışını sürdürenler, yarın reklam verecek firmanın kalmayacağını görmeyecek kadar da körler…" derken, medyaya şu soruyu yöneltiyordu;

    "Sordum… 
    Gene soruyorum... 
    2005'te üç Batı Avrupa ülkesinde kuş gribi görüldü.. 
    Hangileri...
    2005'te bir Avrupa ülkesi kuş gribinden 17 milyon tavuk itlaf etti. (Biz 1 milyon). 
    Bu ülke hangisi?...
    Bilmezsiniz…

    Çünkü o ülke medyası, 1997'den buyana sadece 159 kişi hasta edip 79 kişiyi öldüren kuş gribi ile soğukkanlı, temkinli mücadeleyi bilir. Sorumluluk bilir…

    Bizimki gibi, kim daha çok sallayacak, kim daha korkunç panik yaratacak yarışı etmez... 
    Elin eline koz verecek köşe bucak görüntülerini ana haberlerde klip gibi döndür Allah döndürmez.. 
    Yere batsın, reyting, tiraj savaşınız, sözüm ona gazeteciler!..."


    DEVEKUŞU GRİBİ DAHA TEHLİKELİ…

    Aynı gazetenin iletişim uzmanı yazarı Ali Saydam da bu konuda Hıncal Uluç'u yalnız bırakmıyordu… 

    Uluç'un yazısının ertesi günü, Saydam, Öger Tour'un sahibi ve AB parlamentosunda milletvekili olan Vural Öğer ile yaptığı görüşmeyi aktarıyordu… 

    "Hasar milyar dolarlar düzeyinde olabilir" uyarısını yapan Öğer"rezervasyonlara baktığımızda çok net kırmızı ışık görünüyor" diyordu… 
    Ve, kuş gribiyle ilgili Türkiye'deki durumu, Batı medyasının müthiş bir felaket senaryosu olarak çizdiğini söylüyordu…
    İşte bu noktada Ali Saydam"Devekuşu Gribi en tehlikesi" diyordu…

    "… Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı aradım. Kriz masası kurmuşlar. 
    Masa ne yapıyor belli değil. Daha doğrusu belli. Devekuşu gribine tutulmuş herhalde. Kafa kumun içinde sanki. 

    Haftalık rezervasyon iptali onbinlerle ifade ediliyor. 
    Avrupalı tur operatörleri hükümete her türlü desteği vermeye hazır. Bizim devekuşundan tık yok…"


    Ali Saydam, hükümetin bu konuyu içerde eni boyu yönetmeyi başardığına inananlardan… 
    Ancak, dışarısı için bir iletişim planını hemen devreye sokmayı öneriyordu; 
    "Kanamayı durdurmak şart. Yoksa, yangın sadece turizmin değil tüm sektörlerin bacasını saracak…"

    MEDYA KUŞTAN TEHLİKELİ…

    Aslında… "Medya kuştan tehlikeli" görüşü, bu hafta başından beri sağ yelpazedeki pek çok gazetenin ve köşe yazarının da konusuydu… 

    Kuş gribi haberlerinde "ölçünün kaçtığı" inancında olanlar arasında Fettullah Gülen Grubu'nun Zaman Gazetesi de vardı… 
    Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı"Kuş gribi geçer de medya gribine çare nasıl bulunacak" diye soruyordu…

    İş dünyasının kuş gribi haberleri üzerinde oluşturulan havadan "fevkalade rahatsız"olduğuna dikkat çeken Dumanlı, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Direktörü Marc Danson'un Türk ve yabancı gazeteciler karşısında "paniğe gerek yok" açıklamalarına rağmen, medyanın tavrını şöyle eleştiriyordu;

    "Oysa herkes panik içinde birbirini suçlayıp, akıl dışı işlere başvursa bile basın, soğukkanlılığını korumak zorunda. Bizde ilk panikleyen, nedense hep basın oluyor. Böyle bir durumda zincirleme panik yaşanıyor, her mesele anormal platformlara taşınıyor."

    Türkiye Gazetesi'nden Nuh Albayrak da kuş gribi konusunda yapılan haberciliği"maksatlı" buluyordu…

    GÖÇMEN KUŞLAR SOLCU MU?

    Kartel medyasının yaydığı panik havası yüzünden sadece tavukçuluk sektörü değil,tekstilturizmpastaneler ve otellerin de büyük darbe yediğini yazıyordu Vakit Gazetesi… 
    "Medya kuştan tehlikeliydi" Vakit Gazetesi'ne göre…

    Birçok şehirde kanatlı hayvanların vahşice itlafının, kartel medyasının "kışkırtıcı haberleri"nden sonra başladığını söylüyordu…

    Vakit Gazetesi yazarlarından Hüseyin Öztürk"Bu göçmen kuşlar solcu olmasın"diye soruyordu ve hükümetin medyanın kızağına binerek, paniği artırdığını söylüyordu…

    "Yüzyıllardır devam eden ve bugüne kadar hükümetin ve medyanın hiç aklına gelmeyen kuş gribinin üzerine özellikle kartel medyasının böylesine dalması, insanımızın sağlığını düşünmekten ziyade, başka gayelerin peşinde oldukları gibi bir kanaat var toplumda."

    Yeni Mesaj Gazetesi de "hükümetin son dakikaya kadar olayları görmezden geldiği", bayram öncesi ve sonrasında "meydanı medyaya bıraktığı" inancındaydı…

    KARTEL MEDYASINDAKİ 
    KIZIL MASKELER KİM?...


    Ancak, medyanın ölçüyü kaçırmasına en sert yorum, Vakit Gazetesi yazarı Hasan Karakaya'dan geliyordu…

    "Türkiye'nin bir zücaciye dükkanı olmadığını, orayı dağıtan, kıran ve dökenlerin de fil olmadıklarını; birisi bu beylere anlatmalı!..." derken, fil tanımı da kesmiyorduKarakaya'yı…

    Filin de nihayetinde bir hayvan olduğunu, aklı olsa bile fikri olmadığını, dolayısıyla bir hayvanın ortalığı kırıp dökmesinin mazur görülebileceğini söylüyordu… 

    Peki nasıl tanımlıyordu bu gazetecileri?...
    "insan suretine girmiş mahlukat"…
    Kimdi bu gazeteciler?...
    "Silahlı Halk Devrimi yapmak isteyip de, halkı bir türlü yanlarına çekemeyen kızıllar"dı… 

    Onlar, ülkeyi yöneten kartel medyasının içine yuvalanmış "kızıl maskeler"di…
    "Dün 'silahla' korkutuyorlardı insanları, bugün 'gazete' ve 'televizyon'larıyla!..."diyordu…

    Karakaya, tepeden tırnağa bütün devlet aygıtının kartel medyasının elinde "oyuncak"olduğunu ileri sürerken, en son yaşanan Ağca örneğini aktarıyordu;

    "Mehmet Ali Ağca'yı niye tahliye ettiniz?" diye bir yaygara kopardılar, anında 'içeri' aldılar adamı! İyi de, sormazlar mı 'yargı'ya; Yattığı süreyi önceden hesap eden siz, serbest bırakan siz!.. Şimdi de, yanlış hesaplamışız deyip,yeniden içeri tıkan yine siz!

    Millet, demez mi şimdi; Medya, yargının da üstünde!... Bir kampanya başlattılar, yargıyı bile tırstırdılar.
    Kim, kendini nasıl savunursa savunsun, millet, bu olayı 'kartel medyasının zaferi' olarak görecektir!..."


    Ve, bir de önerisi vardı… Abdülhamit'in "Hele sorun Rus elçisine, o ne diyorsa tersini uygulayın" talimatını hatırlatarak, "Kartel medyasının söylediklerinin tam tersini yapın"… diyordu Karakaya…

    BAKANLARA GÖRE "SUÇLU MEDYA"…

    Evet, gelelim hükümet cephesine…

    Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç"Kuş gribi turizmi nasıl etkileyecek" sorusunu yönelten gazetecilere verdiği yanıtı Ali Saydam'ın "devekuşu" örneğine denk düşüyordu… 
    "Susma hakkını" kullanmak istiyordu bakan… 
    Gazeteciler ısrarlı olunca da "Fransız televizyonlarını örnek almalarını" öneriyordu… 

    "Karadeniz'de bir söz vardır; 'Hasım insana mevlit okutmaz' diye.
    Akdeniz çanağında herkes birbirine rakiptir. 
    Onun için sizlere 'Bize yardım edin' dedim. Fransa'da Müslüman Fransızların yaptığı olaylarda ilgili bakanları konuştu mu, Fransız televizyonları bunları verdi mi? Bu konuda susma hakkım devam ediyor. 
    Hasımlarımıza mevlit okutma fırsatı vermeyin."


    "Suçlu medya" diyen bir başka bakanın açıklamalarına geçelim mi?
    Misal, Sağlık Bakanı Recep Akdağ… 

    "Komşuda da var ama onlar yazmıyorlar" diyerek suçlunun medya olduğunu açıklıyordu…

    Medyanın yaptığı haberlerle "adeta Türkiye'yi yabancılara şikayet ettiğini" öne sürüyordu… 

    Atilla Koç, gazetecilere "Fransızları" örnek gösteriyordu ya… Recep Akdağ da Yunanmedyasını örnek almalarını istiyordu, gazetecilerden…
    Türkiye'de haberciliğin mantığında sansasyon oluşturmak yattığını vurguluyor ve şunları söylüyordu;

    "Bir kaç çocuğun eline hususi olarak önceden planlanmış olarak,'Şu tavukları alın kameranın karşısına geçin1 diyerek haber yapıyorlar.

    Vatandaşa işin ulaştırılması açısından çok yanlışlar yapıldı. Biz adeta yurtdışına şikayet edildik. Komşumuz Yunanistan'da şu anda kuş gribi var. Ermenistan'da var. Hiç duyan var mı? 

    Sessiz sedasız Yunanistan'da tavukları itlaf ediyorlar. Basında tek bir cümle yazılmıyor. Onların iletişim kanalları böyle yapıyor bizimkiler böyle."


    Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın bunları söylemesinin üzerinden çok geçmemişti… 
    Devlet Bakanı Beşir Atalay"kuş gribiyle ilgili yayınları dolayısıyla medyaya teşekkür ediyordu"… 
    Toplumun "medya sayesinde" bilgilendiğini açıklıyordu… 

    TÜM İNSİYATİFİ 
    MEDYANIN ÜSTÜNE ATMAK…


    Aslında tüm bunların yanıtı kartel medyasından değil de… AKP'ye muhalif iki farklı cepheden geliyordu… 
    Birisi, Necmettin Erbakan'a yakınlığıyla bilinen Milli Gazete, diğeri milliyetçi kesimin yayın organı Ortadoğu Gazetesi'ydi…

    Milli Gazete'den Nedim Odabaş, kuş gribinin yüreklere saldığı korku ve endişenin dalga dalga yayılmaya devam ettiğini vurguluyordu…

    "Çok basit bir soru soralım: 
    AKP hükümetinin Kuş Gribi krizini doğru dürüst yönettiğini söylemek mümkün mü? Bu soruya 'Evet, hükümet bu faciayı kontrol altına alacak insiyatifleri geliştirdi ve memleketimiz rahat bir nefes aldı' diye cevap verebilir miyiz?

    Bize göre, Kuş Gribi krizini yönetmekte aciz kalan hükümet, vatandaşların bilinçlendirilmesi noktasında tüm insiyatifi 'medyanın' üstüne atmış görünüyor...

    Doğu'da, Güney doğu'da hala kuş gribi vakalarının görülmesindeki sebep işte bu... Çünkü, bu bölgelerde bir çok insan ne gazete okuyor, ne de televizyon seyredebiliyor... Bu krizin daha fazla derinleşmemesi noktasında sorumlu olan yetkililerin, medyanın ulaşamadığı bölgelerdeki vatandaşın bilinçlendirilmesi için de lokal çalışmalar yapmaları gerekiyordu... 

    Gazetelere üç beş satır demeç vererek, televizyonlarda beş dakikalık konuşmalar yaparak sorumluluktan kurtulduğunu zannetmek çok kolay…"


    Şimdi de Ortadoğu Gazetesi'nin yaklaşımına bakalım…

    Üç ay önce konu kamuoyuna taşındığında, hükümetin gerekli ciddiyeti göstermediğini, hatta masalarında tavuklu fotoğraflarla "güya Türk milletine güven vermeye çalışmasını"eleştiriyordu…

    "Oysa Manyas'ta ortaya çıkan ilk vakalardan sonra bilime dayalı ciddi bir yaklaşım sergilenseydi, büyük bir olasılıkla bu günkü ölüm olaylarını yaşamayacaktık.

    Tavuk yerken poz vermek yerine, medya aracılığıyla iletişimin ciddiyeti konusunda millet eğitilseydi, hastalığın epidemi yapma olasılığına karşın gerekli ilaç ve aşı depolanması sağlansaydı,gerekli çevre ilaçlamaları yapılıp aşı çalışmalarına önem verilseydi ve de gelişmiş ülkelerden konu ile ilgili zamanında yardım alınsaydı, sanırım bu günkü sıkıntıların büyük çoğunluğu yaşanmayacaktı.

    Bir kuş gribi krizini dahi zamanında öngöremeyerek yönetemeyenlerin, Türkiye cumhuriyetini nasıl yöneteceklerini sorgulamamıza vesile olması açısından da bu olayın hayrımıza olduğunu da düşünebiliriz."


    Gelelim "kartel medyası" olarak adlandırılan medyaya… 
    Hürriyet Gazetesi'nde Mehmet Yılmaz'ın köşesine göz atalım;

    "Haberin sayfanın neresine konulacağından tutun da başlığının hangi tonda olacağına kadar her ayrıntısının tartışıldığını söylemeliyim. 

    Sadece bu değil: Kuş gribinin ülkenin genel ekonomisini nasıl etkileyebileceğini de tartıştık. Yayınlarımızda amaç, bir panik havası yaratmaktan daha çok halkı bu tehlikeye karşı uyarmaktı. 

    Gazetelerde yayımlanan haberlerin ağırlığı, bu tehlikeyle nasıl mücadele edileceğine yönelikti.

    Televizyon yayınlarında da 'tavuk yakalama ve torbalara doldurup itlaf etme' sahnelerinin çok sık tekrarlanması dışında bir sorun görmedim."


    * * *

    Olup bitinin habere yansıması, haberleştirilmesi ve görüntülenmesi gazetecinin görevi değil miydi? …

    Vahap Munyar'ın Hürriyet'teki köşesinde yazdığı gibi, bu görüntüleri yaratanların hiç mi suçu yoktu?...
    Kamuoyunu rahatlatacak, güven ortamını yaratacak önlemleri almak, düzenli açıklamaları yapmak ve iletişimi kurmak ise kamu otoritelerinin göreviydi…

    Bizde ise hamasi nutuklar ve "medya suçlamaları" ile yola devam…

    Ne dersiniz, Hıncal Uluç'un önerdiği gibi Ali Kırca atv ana haberde sahanda yumurtadan bir çatal alıp, afiyetle yutarsa… İstenilen güven ortamı da yaratılmış olur mu?... 


    Merak edenler için not:
    Ayna arşivinde, 16 Ekim 2005 tarihli yazıda kuş gribi krizinin o günlerdeki yansımasını, köşe yazarlarının yorumlarını bulabilirsiniz.