Sitemizde Ara


•  Sel felaketi yöneticileri çevreci yaptı. Taze çevrecilerden inciler...
•  Vali Güler, Türk Dil Kurumu’na öyle bir katkıda bulundu ki kendiyle birlikte kavramı da tarihe geçecek


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı

 

Trakya ve İstanbul’u etkileyip yaklaşık 40 kişinin ölümüne yol açan sel felaketine ilişkin en çarpıcı başlığı geçen hafta Sabah Gazetesi attı:
“Su’dan Ölüm”

Gerçekten ölümler öylesine “sudan” sebeplerle meydana geldi ki herkes “pes” derken, yetkililerin açıklamalarında suyun s’si bile geçmedi.

Çünkü nedense ölümler selden değil de başka sebeplerden olmuştu.

Halkalı ve çevresini etkileyen, TEM otoyolunu girdaplı dereye çeviren sel baskını sonrasında İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş olayın failini şöyle açıklıyordu:

"Tedbirsizliğin faturası demekten kastım insanoğlunun faturasıdır. Geçmişten bugüne  gezegeni kullanan insanoğlunun… Ekolojik denge bozuldu. 80 yılın yağışlarının en güçlüsü bir saatte düşüyorsa, insanoğlunun çevreyi ve doğayı hoyratça kullanmasının faturasıdır...
Bir spreyi kullanıyorsanız, gazın ozon tabakasını da deldiğini bilmeniz gerekiyor.”


Kadir Topbaş’ın bu açıklamasıyla nedense bir anda “çevreci” kesilip, yaklaşık 15 yıl önce piyasadan kalkan sprey gazlarının “olayın faili olduğunun tespitinde” bulunuyordu.

İstanbul Valisi Muammer Güler ise Başkan ile ağız birliği etmişcesine  “Ben de çevreciyim, hem de sapına kadar” diyordu.

Valinin, sel felaketinin ertesi günü yaptığı basın toplantısında, bir gün önce Topbaş’ın açıklamalarını dikkatle dinlediği gözden kaçmıyordu:

“Bu sadece bizimle değil, küresel ısınmanın etkileri nedeniyle bütün insanlıkla ilgili bir konu. Dünyamıza yaptığımız kötülüklerle, bütün insanlık olarak, yalnızca ülkemiz olarak değil yüzleşmeye herhalde başlamış durumdayız. Bu tür düzensiz yağışlar, buzların erimesi, bütün diğer olumsuzluklar insanoğlunun önümüzdeki yıllardan itibaren çok fazla yoracağı benziyor.”

Her iki yetkilinin de felaketin bir “tedbirsizlikten” kaynaklandığı sözünden kaçınması dikkatlerden kaçmıyordu.

İşi öyle abarttılar ki Vali Güler, servis aracında selde boğularak ölen 7 kadın işçinin ölüm sebebini açıklarken işi neredeyse sel kaynaklı olmadığına kadar vardırdı.

Yeter ki ağzından “su” ve “sel” ifadesi çıkmasın, ölümlerle “aynı ifade içinde kullanılmasın”dı.

Dahası Vali, Türk Dil Kurumu içtihadına büyük katkı sağlayacak yeni kavramlar üretimine ağırlığını koydu.

Selde fabrikalar ve depolardaki malların yağmaya uğramasına yönelik soruları Vali Güler şiddetle reddediyordu.  Vali’ye göre olay  “yağma” değil, “açıktan hırsızlık” diye nitelendirilen yeni bir tür suçla tanımlanmalıydı.

“Nasıl yani” dediğinizi duyar gibiyiz. İşte ‘yani’si:

“Yağma tabiri biraz amacını aşan bir tabirdir. Yağmanın içinde zorla şiddet kullanarak bir yerin talan edilmesi anlamına gelir. Böyle bir şey olmadı ama maalesef bazı bölgelerde bir kısmı da dışarından geldiğini tespit ettiğimiz bazı gruplar saçılan malları açıktan hırsızlık yapmak suretiyle çaldı.”

Bu sırada belli ki Vali bazı depoların kapılarının zorla açılıp, içindeki elektronik eşyanın karga tulumba dışarıya çıkarılan görüntüleri görmemiş, fabrika sahiplerinin çaresiz gözlerle olayı izlediğinden haberi olmamıştı.

SONUÇ

Vali Güler’in ve Kadir Topbaş’ın “tam saha savunma” anlayışının en ince dilli eleştirisi Hürriyet’ten Kanat Atkaya’dan geldi;

“Siz, biz, ha bir de tabii Sayın Vali, çok iyiyiz.

Süperiz. MetÜst’ün harika kısaltmasıyla “
İstoş”uz biz...

Harika bir şeyiz yahu.


“7 bayan vatandaşımızın servis içinde hayatını kaybetmesinde, servis aracı olarak kullanılan aracın uygun olmamasının etkili olduğunu tespit ettik” diyor Sayın Vali.

“Aaa, iyi. Sel 20 kişiyi öldürmüştü. Artık 13 kabul edebiliriz. Selden ölmemişler bari!” dememiz mi gerekiyor, orasını tam anlayamadım.

Amaaaaaaaan boşverin, ucuz atlatmışız, 37 yıllık idareci olan Sayın Vali
“Kilo kilo yağdı mübarek, görülmemiş şey” diyor. Ondan iyi mi bileceğiz.
Çok yağmış, çok çok yağmış.

Na böyle kovayla/bidonla/varille dökülmüş, başka problem yok.

Onun dışında süperiz yani…”


Selle ilgili en can alıcı tespiti ise tıpkı sel gibi hiç beklenmedik biçimde  Sabah Gazetesi’nden Nazlı Ilıcak yapıyordu:

“1994'ten beri, yani 15 yıldır İstanbul'un yönetimi aynı ekibin elinde. Dere ıslah çalışmalarının yapıldığını, hatta dere yatağına kurulmuş bazı evlerin yıkıldığını biliyoruz. Anlaşılıyor ki tedbirler yetersiz kalmış.

Çarpık yapılaşma onlarca yıldan beri birike birike geliyor ama acaba
son 15 senede İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu konuya yeterince eğildi mi? Elden gelen her şey yapıldı mı? Yoksa, oy gailesi ile nemelazımcı bir atalet içine mi girdi?

Başkan Kadir Topbaş, keşke bir açıklama yaparak, tabiatın yanı sıra yönetimin de kusurlarını açıklasa
. Ayamama deresi taştı; acaba hangi adımlar atılsaydı, İstanbul bu afete teslim olmaz ve 31 vatandaşımız hayatını kaybetmezdi? Ya da gerçekten yapacak bir şey yok muydu?”

Sel gelip geçerken arkasında sorular da bıraktı…

Acil Koordinasyon Merkezi AKOM’un elektrikleri neden selden etkilenip kesildi? Böylesine önemli bir merkezde jeneratör yok muydu?

Her devlet büyüğü geçerken kapatılan yolların trafiği neden sel uyarısıyla durdurulmadı?

Halkalı civarındaki selde bir kişinin bile evde ölmediği düşünülürse bu soruların cevabını vermek zorlaşıyor…

Bütün yetkililer “dikkatli olun” diyor ama bunun nasıl olacağını biri açıklasa çok iyi olacak…