Sitemizde Ara

  • İki medya kazasının topografik incelemesi...
  • “Duruma yukardan bakmak” ne demek?
  • “Ayıp yok, yakışıksız var”... Türkçe’nin bu nüanslı deyimi nasıl gerçek oldu?

RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



“Ayıp yok, yakışıksız var” diye bir Türkçe söz vardır. Hatta Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası bu ifadeyi anlatmak için sıkça kullanılır.

Hocaya bir gün sorarlar; “Hocam, tuvalette ekmek yemek günah mıdır?” diye.
Hocanın cevabı şu olur; “Günah değildir ama gören başka bir şey yediğini sanır.”


Geçen hafta meydana gelen iki medya kazasının ortak tarafı “Ayıp yok, yakışıksız var” sözünü teyid etti.

Her esprinin, her ortamda yapılamayacağı, yapılsa da “anlamının olmadık yerlere kayacağı” gerçeğiyle yüzleştik.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle İstanbul Valisi Muammer Güler tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda verilen resepsiyonda “pastadan Atatürk maketinin çıkması” herkesin ağzını bir karış açık bıraktı.



Üst düzey erkanın gözleri önünde, Pelit Pastaneleri’nin sahibi Selahattin Ayan’ın, yaptığı pastanın içinden modacı Faruk Saraç’ın hazırladığı ‘Atatürk’e hiç benzemeyen bir Atatürk’ figürünü çıkarması neşeli geçen gecenin ortasına limon suyu sıkarken, gülümsemeleri de bir anda donuklaştırdı.

Vali Güler, medyanın ve konuklarının şaşkınlığından habersiz, Pelit Pastaneleri'nin sahibi ve Faruk Saraç’ı “bu jestlerinden dolayı” kutlayıp, “Gelecek yıl bakalım neler yapacaklar” deyiverdi.

Gelen eleştirilerin şiddetinin yavaş yavaş artmasıyla birlikte savunmaya geçen Vali Güler, ertesi gün düzenlediği basın toplantısında vaziyeti şu şekilde kurtarmaya çalıştı;

Özel bir mekanizmayla hazırlanmış pastanın hemen gerisindeki platforma Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Önder Atatürk’ün orjinal maketi, orjinal elbiseleriyle bir mekanizma içinden çıkıp halkı selamladı. Sonrasında da bu platformun önünde pastayı kestik.”

Ama espri bir kere kaymıştı.

Siyasi ortamın “hassas” olduğu bir dönemde böylesine “düşünmeden yapılan jest” belki ayıp değildi ama yakışıksızdı.

Bu "yakışısızlığı", Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe’nin yine Dolmabahçe’de verdiği resepsiyonda aynı mizansenli pastayı kullanma hamlesi bile kurtarmadı.

Ahmet Hakan, dışardan kuş bakışı olayın nasıl göründüğünü Vali Güler’e, Hürriyet Gazetesi'nde Pazar günkü köşesinde şöyle anlatıyor

“Sanki ülkede devrim olmuş...
Sanki ‘eski lider’i, karikatürize etmek için özel bir gece tertiplenmiş...
Sanki yuhalatmak amacıyla pastadan komik bir figür olarak Atatürk’e hiç benzemeyen bir Atatürk maketi çıkarılmış...
Sanki komedi unsurunu pekiştirmek için Atatürk’e şapka selamı verdirilmiş...”


* * *

İkinci olay, “Ayıp yok, yakışıksızlık var” düsturunun bir başka örneği.

Akşam yazarı Serdar Turgut, her esprinin her yerde yapılamayacağı, yapılsa da yapılış biçiminin “herkes tarafından aynı biçimde anlaşılmayacağı” gerçeğine yabancılaşınca bakın neler oldu?

Serdar Turgut, geçen hafta “PKK teröristi olmadığıma pişmanım” başlıklı yazısının içinde sanatçı Rojin’i “dağa kaldırıp, seks kölesi yapma” istediğini dile getirince, başta Rojin olmak üzere herkes koro halinde Serdar Turgut’a öfke kustu.

Serdar Turgut ertesi gün köşesinde Rojin’den özür diledi. Ama dilerken kullandığı üslup ve “Rojin’in espriden anlamamasının bir zeka zafiyeti olduğunu” hissettirmesi, Turgut’un yaptığı medya kazasına daha aymadığını ortaya koydu.

Bir kaç gün süren eleştiri bombardımanının ardından Serdar Turgut çareyi Ayşe Arman’a röportaj vermekte buldu ve şöyle dedi;
“Hangi hislerle yazdıysam, insanların da o hislerle okuyacağını düşünmek gibi bir aptallık yaptım.”

SONUÇ

Serdar Turgut, biraz fazla "Amerikalı" davranmış, biraz ortamın havasını yanlış koklamış, biraz da yazının şehvetine kapılıp tıpkı Vali Güler gibi duruma yukardan bakamamıştı.

Pakize Suda, Habertürk Gazetesi’nde, Pazar günkü köşesinde sorunun “zeka olmadığını” çok güzel ifade ediyor;

“En zeki ve en eğitimli insanın bile mizah anlayışı, doğup büyüdüğü toprakların şartlarına göre gelişip şekillenir.

Bu basit gerçeği herhalde Serdar Turgut da bilir, dolayısıyla yaptığı mizahın bizi Amerikalı sanmasıyla bir ilgisi yoktur; olsa olsa mizah anlayışımızı "ulusal" olmaktan çıkarmayı misyon edinmiştir!...

Serdar Turgut, Rojin'i değil de 50 yaşını aşmış bir kadını dağa kaldırmak üstüne şaka yapmış olsaydı, kadın, o yazının bir nüshasını çerçeveletip duvara asar, bir nüshasını da çantasında gezdirip gururla eşe dosta gösterirdi!”