Her şeye üzülüp, hiçbir şeyle ilgilenmeyerek 17'nci yıldönümünde bir 17 Ağustos’u daha geride bıraktık.
Üzerinden bir hafta geçmişti ki bu kez İtalyanlar depreme bizimle aynı saatlerde uykuda yakalandı.
Orta İtalya’da 24 Ağustos’ta yaşanan bu depremde 300’e yakın insan yaşamını kaybetti. Depremden dikkat çeken iki ayrıntıyı paylaşıp İstanbul depremine bağlayalım.
Gerçi bağlasak ne çare diyeceksiniz ki haklısınız.
Ama kim bilir, belki birileri için en azından kendi kuruluşlarına dönüp bakmalarına, yapılabilecekleri gözden geçirmelerine vesilesi olur diye teselli bulalım.
Azima ACAR
Üzerinden üç gün geçtiği halde hala enkazların kapattığı yolları açmakla uğraşan İtalya depreminin simgeleşen fotoğrafı ANSA foto muhabiri Massimo Percossi’den geldi.
Muhabir, üstü başı toz, yüzü kanlar içinde, bir merdivenin üstüne çökmüş genç bir rahibeyi elindeki cep telefonuyla mesajlaştığı anı yakalamıştı.
Associated Press’in, Arnavut asıllı rahibe Marjana Llesh’e o fotoğrafın öyküsünü sorduğunda aldığı yanıt, belki de o hiç olmayacakmış gibi davrandığımız İstanbul felaketinde yaşanacakları ilgili (!) birilerine hatırlatır.
Don Minozzi Manastrı’ndaki odasında uyurken çöken duvarın altında kalan rahibe, kurtulacağına dair tüm umutlarını kaybedince arkadaşlarına mesaj atıp “dua” istemiş ve “hoşça kalın” demiş.
Umudunu tümüyle kaybettiği anda gelen kurtuluşun ardından da ilk işi yine cep telefonuna sarılıp, arkadaşlarına “iyiyim” demek olmuş.
EN KÖTÜYE HAZIR MIYIZ?
Düşünün, 18 milyonluk İstanbul’u bekleyen büyük felaket sonrası, insanların en basitinden, sevdiklerine “iyiyim” diyebileceğinden emin miyiz?
Herkes saatli bir bomba gibi tıklayan fay hatlarına kafayı takmış durumda ama olası en kötü senaryoya hazırlanıp, riskleri azaltmaktan bahseden yok.
Gerçi bahsedenler de seslerini duyuramıyor, o da ayrı mesele.
Misal, Afet Yönetim Uzmanı Prof. Mikdat Kadıoğlu. Fay hattında neler olup bittiğini bir kenara bırakıp, “yarın olacakmış gibi” riskleri azaltmak gerek deyip duruyor.
Hatta, “beni dinlemiyorlar, yabancıyı belki dinlerler” diyerek, "Prof. Mike Judgeson" ismiyle bir Amerikalı uzman bile yaratmıştı.
2010’da yarattığı bu Amerikalı "avatar" uzmanın diliyle Hürriyet’teki köşesinde yaptığı uyarılar o tarihte epeyce yankı da bulmuştu. Ama o kadar.
Sonrasında Mikdat hoca gibi izdüşümü Mike hoca da hayal kırıklığına uğradı.
DEHŞET DOLU BİR MANZARA
Yardımcı olmak için Mikdat Kadıoğlu’nun Ayşe Arman’a verdiği röportajdan bir bölüm aktaralım, yanıtı size bırakalım;
- Binlerce çöken binanın altında kalıp, günlerce can çekişip yardım bekleyen insanlar
- En temel ilk yardımı bile bilmediği için gözünün önünde sevdiklerinin basit nedenlerden dolayı gerçekleşen ölümünü seyreden milyonlar
- Yollarda ve çöken binaların altında kalmış bir kaç milyon araç ve yolcu
- Büyük sokak ve tesis yangınları
- Bina altlarındaki atölyelerde çıkan zehirli gazlar, patlamış kanalizasyon gölleri ve iri fareleri
- Afet turistleri ve hırsızları tarafından yağmalanan evler, enkaz altındakilerin takılarını almak için kol, kafa kesenler
- Aç kaldığı için bakkal ve marketlerdeki yiyeceklere hücum edenler
- Havada dolanan helikopterlerdeki şaşkın ama sorumsuz yöneticiler
- İstanbul’u terk etmek için yollara yaya olarak düşen kitleler
- Bir metrekarelik yeşil alana yerleşmek için birbirini ezen insan yığınları
- Kendisi de afetzede olan ya da ailelerinin derdine düşen emniyet, sağlık vb. resmi görevliler
- Kendi vatandaşlarını ve yatırımlarını korumak için müdahale etmek isteyen ve bunun için plan yaptığı bile söylenen 6. Filo ve benzeri yabancı güçler...
İstanbul’da yaşanacak depremin sanıldığından daha dramatik olacağı ortada.
Tıpkı 23 yaşındaki İtalyan gönüllü Marco Palatroni’nin, Huffington Post’a, “Durumun televizyonda göründüğü kadar dramatik olmadığını düşünüyordum ama şimdi daha da kötü olduğuna inanıyorum” demesi gibi.
Keşke, özel veya kamu kurum ve kuruluşları manzaranın dehşetinden sıyrılıp, “Bu durumda, hangi riskleri azaltabiliriz? Nasıl hazırlanabiliriz?” diye kendilerine ve birbirlerine sorsa, yapılabileceklere odaklansa.
Keşke.
İTALYAN SOSLU KRİZ YÖNETİMİ
İtalya’daki depremde bir de dayanışma hikayesi dikkat çekiciydi.
İtalyan yemekleri üzerine yazılar yayınlayan bir yemek blogger’ı Paolo Campana’nın başlattığı, İtalya’da hızla yayılan ve hatta dünyaya yayılması beklenen bir kampanya.
Amatrice kasabası depremde en çok zarar görenlerden birisiydi. Blogger, İtalya’daki tüm restoranlara bu bölgeye özgü bir sosla yapılan Amatriciana adlı spagettiyi menülerinde olmasa bile eklemelerini önerdi.
Satılan her tabak spagettinin 2 Euro’sunun depremde zarar gören yerlerin onarımı ve inşası için toplanmasını öneren kampanyaya iki günde 600’den fazla restoran katıldı.
La Repubblica gazetesi de ünlü gurmenin kampanyasına destek verdi.
Cemal Süreya, “Acı çektikçe insan olgunlaşırmış... Yalan be!
İlk önce kalbin kırılır, sonra çürümeye başlarsın” demişti.
Acılardan çürümeye başladığımız günlerdeyiz, İtalyan soslu bir tabak spagetti ile gelen sıcak dayanışma örneği yaralara bir nebze merhem gibi...