RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı

 

Yeni polemiğimiz hayırlı uğurlu olsun...

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın “Noel Ağacı aslında bir Türk geleneğidir” açıklamasından bahsediyoruz.

Tam da yeni yıl yaklaşırken, Çığ’ın bu açıklaması tıpkı bir çığ gibi büyüdü. Herkes  birbirine bu açıklamayı “Bak, aslında Türk geleneğiymiş” diyerek yollarken, kafalarda da “Keşke” ile “Acaba” arasında bir karışıklık başladı.

Habertürk TV’deki Teke Tek programında Fatih Altaylı’ya konuk olan Muazzez İlmiye Çığ, iddialarını bu kez televizyon ekranlarından, altını üstünü çizerek dillendirmekten geri durmadı:

“Yüzyıllardır Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı “Noel Bayramı”nın -çok eskiden- Türklerin yeniden doğuş bayramı olduğuna inanabilir misiniz!


Türklerin tek tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yerin göbeği sayılan yeryüzünün tam ortasında bir “Akçam Ağacı” bulunuyor.

Bunun tepesi, gökyüzünde oturan tanrı Ülgen’in sarayına kadar uzuyor ve buna
“Hayat Ağacı” diyorlar.

Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde buluruz.

Ülgen, insanların koruyucusu; sakallı ve kaftan giymiş olarak sarayında oturuyor ve geceyi-gündüzü, güneşi yönetiyor.

Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre, gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşıyor.

Uzun bir savaştan sonra gün gece’yi yenerek zafer kazanıyor.

Bu durum güneşin yeniden doğuşu, bir
“Yeni Doğum” olarak algılanıyor Türklerde...

Bayramın adı
“Nardugan” (nar: güneş; tugan, dugan: doğan = Doğan Güneş).

Astronomik olarak o günden itibaren geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor.

İşte bu güneş’in zaferini ve yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle
“Akçam Ağacı” altında kutluyorlar.

Güneşi geri verdi, diye Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları tanrıya gitsin, diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar tanrıdan...
(İnanca göre, bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş.)


Bu bayram için evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.

Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor; aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiliyor.

Yedikleri yaş ve kuru meyveler, özel bir yemek ve bir tür şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.”


*  *  *

İşte, Çığ’ın polemik başlatan hikayesi böyle...

Türklerin ağaçlara çul çaput bağlama ve dilek dileme alışkanlığı ile Çığ’ın söylediklerini bağdaştırıp akla yakın bulanlar da vardı. Bu iddiayı tümüyle reddedenler de…

Hatta tarihçi, yazar Mehmet Ali Kılıçbay, “Türkler göçebe, ne işleri var çamla?” diyerek alaka kurmanın mümkün olmadığını söyledi.

Muazzez İlmiye Çığ ise ısrarlıydı.

Her ne kadar tarihçilerden henüz Çığ’ın iddiasını doğrulayan bir yanıt gelmese de bu hafta Hürriyet Pazar ekinde ünlü Sümerolog tezini tavizsiz savundu:

“Ben tarihi ortaya koyuyorum, itirazı olan varsa kanıtı çıkarsın. Bu böyle değil desin ve bunu ispat etsin, o zaman ben de ona ‘peki’ derim.”

Bu polemik daha çok su kaldırır gibi görünüyor…

Gerçek ise yeni yılı karşılamanın dünyanın en eski kutlamalarından birisi olduğu… Umutların canlı tutulması için iyi dileklerle karşılandığı…

Gerçek demişken, bir Yahudi hikayesiyle tamamlayalım yazımızı;

“Gerçek çıplak ve soğuk gerçek, köydeki her kapıdan çevrilmişti.
Çıplaklığı insanları korkutuyordu.
Kıssa onu bulduğunda bir köşeye sinmiş titriyordu, açtı.
Ona acıyan Kıssa alıp evine götürdü.

Ona bir hikaye giydirdi, ısıttı ve tekrar dışarı gönderdi.
Hikaye giyinmiş olan Gerçek, tekrar kapıları çaldı.
Bu kez evlerde hoş karşılanıyordu.
Onu evlerine, yemeğe davet ettiler ve ateş başında ısınmasına izin verdiler.”


Kıssadan hisse, yeni yılda hayatımızdaki tek polemiğimiz ‘Hayat Ağacı’ üzerine olsun…