• ‘Veda’ filmi medya önünde Papatya Falı açarsa...  Gör başına neler gelir...
  • Bir yönetmen... Bir yapımcı... Bir film... Gazeteciler ve patronları... 32 kısım, tekmili birden
  • Başbakan, devlet televizyonundan bir şeyi rica (!) edebilir mi? Örnek Türkiye’den değil...İtalya’dan...


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı


Hani bir çocuk parmak oyunu vardır; bu tutmuş, bu soymuş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da “hani bana, hani bana” demiş.

Atatürk’ün hayatını konu alan “Veda” filminin başına da bu çocuk parmak oyunun benzeri geldi neredeyse.

Birinci parmak PR’dı.

Daha vizyona girmeden Veda filmi için neredeyse mükemmel bir medya ilişkileri kampanyası yürütüldü.

Filmin tüm detayları hemen her mecrada gayet geniş yer aldı, ustalıkla merak duygusu uyandırıldı.

Ama tam bu arada ikinci parmak "yapımcı" devreye girdi.

Güzel giden sürece adeta parmak attı.



Yapımcı Kaan Demirtaş, filmin galasına iki hafta kala medyaya içini döktü, adeta, “Aman gidin, seyredin de paramı kurtarayım” kıvamında dert yandı.

Sabah Gazetesi Günaydın Eki’nden Sinan Özedincik’e konuşan Kaan Demirtaş şunları söyledi:

"Bir evim, bir arsam, iki spor otomobilim ipotekli… Bu film için 7.5 milyon TL yatırdım bir milyon kişi izlerse ancak maliyetini kurtarabilir."

Demirtaş’ın bu açıklaması üzerine medya kulaklarını dikip, “N’oluyoruz?” demek zarureti hissetti.

HaberTurk gazetesinden Rahşan Gülşan, bu açıklamalara yer verdiği köşesinde “Veda filmine yapımcıya acıyıp mı gitmeliyiz?” diye yapımcıya çaktı;

“Daha önce fragmanını izleyip çok etkileyici bulduğum filmi, şimdi yapımcısı spor otomobillerinden ayrılmasın diye gidip izleyeceğim. Çorbada benim de bir tuzum bulunsun. Bir seyirci bir seyircidir. Malum, spor otomobiller... Allah korusun!”

Üçüncü parmak ise yönetmen Zülfü Livaneli’den geldi.

Livaneli, filme gidip de beğenmeyen medyaya önce çok fena halde içerledi.

Geçen yıl “Özgürlük” şarkısının üçüncü jenerasyon haklarını bir GSM operatörüne satmasıyla ilgili eleştirilere “soysuz”, “aşağılık”, “it oğlu it” gibi tanımları ağız dolusu kullanarak karşılık veren Livaneli, bu kez kez NTV’de Mirgün Cabas ile Hakkı Devrim’i karşısına alıp, bir temiz kavga etti.

Dördüncü parmağa gelince…

Zülfü Livaneli bununla da yetinmedi.

Parmağını medyanın gözüne resmen  soktu ve hızın alamayıp, CNN Türk’te Saba Tümer’in programında Mirgün Cabas ile Hakkı Devrim’i NTV’nin patronu Ferit Şahenk’e şikayet etti.

Patrondan medet umup, gazeteciyi cezalandıracağını sandı.

Alın size bir medya ilişkileri dersi; Gazeteciyi patronuna şikayet etme. Edersen, hem diğer gazetecilere malzeme olursun hem de sana cephe alırlar.

Peki son parmak kime nasip oldu dersiniz? Bize göre seyirciye nasip oldu.

Bir yanda seyircinin, “hani bana, hani bana” demesi diğer yandan medya ile kurulan ters ilişki yüzünden Veda filminin üzerindeki kara bulutların kalkması zor görünüyor.


SONUÇ

Medya ile ilişkiyi gerginlik ve şikayet üzerine oluşturmanın en çarpıcı örneklerinden birisi İtalyan Başbakanı Silvio Berlusconi’den geldi.

İtalyan Devlet Televizyonu RAI 2’de yayınlanan “Annozero”  adlı programda sürekli kendisinin eleştirilmesinden sıkılan sağcı Başbakan Berlusconi, RAI televizyonunun haber müdürü Augusto Minzoli’yi  arayıp, programın bitirilmesini istedi.

Başbakan’ın solcu Michele Santoro’nun hazırlayıp sunduğu programla ilgili yaptığı bu baskıyla karışık rica, İtalyan tele kulağının ses dinlemesine takıldı.

Bunun üzerine İtalya Başsavcılığı, Berlusconi hakkında inceleme ve soruşturma başlattı.

Çünkü “Devlet Televizyonu” bile olsa Başbakan’ın böyle bir ricada (!) bulunması mümkün görünmüyor ve suç sayılıyor.

Bize ne kadar uzak görünüyor değil mi?