• Bir krizin olunca adını kim koyar, göbek bağını kim keser?
  • “Akademik özgürlük” sınırı meğer "porno"ya kadarmış...


RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



İnsan psikolojisidir, ‘kötü olay’ başa gelince önce kabul etmek istemeyiz, inanmak istemeyiz, reddederiz resmen.
Olayı görmezden gelmeye çalışmak bir yana hemen bir kusurlu, bir günah keçisi ararız.
 
Krizlere gösterilen tepkiler de benzerdir.
Krizlerdeki günah keçisi ise bilindiği üzere medyadır.
Medya bir olayı duyup da yazana, yazıp da yayınlayana kadar başınıza gelen şey sizin “iç” meselenizidir.
Medya duyarsa “nur topu” gibi bir kriziniz olur.



Bu gerçeğin, bir kez daha doğrulandığı olay geçen hafta Bilgi Üniversitesi’ndeki “porno skandalı”nda yaşandı.

Geçtiğimiz yaz Deniz Özgün adında 24 yaşındaki Bilgi Üniversitesi Görsel Tasarım Bölümü öğrencisi, ‘bitirme ödevi’ olarak bir “porno film” çekmeye karar verdi.

“The Porn Project” adlı projesi için hocaların kapısına dayanan Deniz Özgün, üniversitedeki “fikir özgürlüğünü” de bu yolla test edeceğini düşünüyordu.

Çünkü, hatırlayacaksınız, Bilgi Üniversitesi, daha önce yapılması gündeme gelen Ermeni Konferansı dışında Kürt Sorunu üzerine ilk sempozyumun gerçekleştiği üniversite.

Bölümün hocaları önce biraz hık mık deseler de sonunda Deniz Özgün’ün bu “parlak projesi”nin çekilmesine karar vermişler.

Üstelik, ‘porno’ üniversitenin kampüsünde çekilmiş, yani ‘akademik sınırlar’ köküne kadar sorgulanmak istenmiş.

24 yaşındaki Deniz Özgün, Elif Şafak Urucu adında bir eski öğrenciyi de projede oynamaya ikna etmiş ve geçtiğimiz yaz aylarında olay proje çekilip, hocalara sunulmuş.

Hocalar da projeye “D” olarak en düşük notu vermişler.
 
Buraya kadar her şey olmuş, bitmiş, tıpkı çocuk masalındaki gibi, bu tutmuş, bu pişirmiş ama pek kimsenin haberi olmamış.

Ta ki medya işin içine karışana, Tempo Dergisi, Ocak sayısında olayın mimarları Deniz Özgün ve Elif Şafak Urucu ile röportaj yapana dek.

Tempo Dergisi’nde bu haberin yayınlanmasının ardından, medya işin içine balıklama daldı. Dalınca da tam anlamıyla kriz oldu.
 
Bir dergideki haber, bir kaç gün içinde gazetelerin köşe yazarlarından TV ana haber bültenlerine kadar tartışma yaratan bir gündem oluşturdu.

Twitter’de 86 bin kişi tarafından “takip” edilen Cüneyt Özdemir, habere doğal olarak gazeteci tepkisi ile el attı. Ardından da medya, üniversitenin kapısına dayandı.

O zamana kadar olayı kendi içinde hazmetmeye çalışan üniversite, hazım suları az gelince resmen midesinden dışarı çıkardı.

Önce Bölüm Başkanı Prof. Dr. İhsan Derman’ı üniversiteden attı, ardından da projeye onay veren Ali Pekşen, Ahmet Atıf Akın adlı öğretim görevlilerini kapı önüne koydu.

Üniversite yetkililerinin safiyane bir şekilde söyledikleri bir kaç söz vardı ki medya ile kriz arasındaki bağlantıyı hiç bilmediklerini gösteriyordu.
 
Üniversite görevlileri, “Ne var bunda canım. Kaç ay olmuş bu porno çekileli. Şimdi mi gündem olup haber haline geliyor?” diyerek şaşkınlıklarını dile getiriyordu.

 
SONUÇ

Ama şaşırmamaları gerekiyordu.

Çünkü, medya için o olay duyduğunda haberdir.
Taraflar için de o olay medya tarafından duyurulduğunda haberdir.

Üniversite her ne kadar “içeriğiyle değil, tekniğiyle ilgilenin” diye medyaya akıl verdiyse de olayın üzerinden aylar geçmesine rağmen “görüntüler dışarıya sızmasın” diye bölümdeki bütün bilgisayarların hard disklerini söktürüp, okulda resmen sıkıyönetim ilan etti... Ama nafile...

Bilgi Üniversitesi, görüntülerin sızmasından duyduğu endişe ile baş etmeye çalışırken, harcadığı eforun çok azını medya ile iletişimde gösterdi.

Farkında olunmayan en önemli unsur ise atlanmıştı (!). Zira medya çekilen görüntüyü zaten yayınlayabilecek durumda değildi. Ancak hikayeyi taraflara anlattıracak kadar da işin içindeydi.

Bilgi Üniversitesi kısa bir e-posta ile yaydığı “elektronik basın açıklaması” dışında bir şey yapmadı.

Bakalım iletişimdeki boşluğu hangi hikaye anlatıcıları dolduracak?