• Siyasette “günah çıkarmak” için yapılacak bir şey var mı?
  • Tadından yenmez bir “Kadımız” oldu



RAPORU HAZIRLAYANLAR:
Azime Acar & Ender Bölükbaşı



Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde ‘Kamu Denetçiliği Kurumu’ adı altında yeni bir kurumumuz oldu, hayırlı olsun.

Kurumun amacı “devleti denetlemek”, “vatandaşla devlet arasında arabuluculuk yapmak”.  

Bir nevi tarafsızlığı gerektiren bu yeni kurumun ombudsmanlığına, yani baş denetçiliğine öyle bir isim atandı ki medya bir günde seceresini ortaya döktü. Ama ne secere, oku oku bitmez.

Mehmet Nihat Ömeroğlu yeni ombudsman ya da baş denetçimiz.

İşin ilginç tarafı Ömeroğlu, Meclis’e ombudsmanlık başvurusunda bulunurken CV’sine, alkol ve sigara kullanmadığı bilgisini ihtiyaç olmadığı halde eklemiş,  “yok” diyerek altını çizmiş.

Ama Ömeroğlu’nun geçmişte bir başka günahı var ki, 40 su yıkansa çıkacak gibi görünmüyor.


Ömeroğlu, 2005 yılında Yargıtay 5. Daire’de görev yaptığı sırada, “Gazeteci Hrant Dink, bir yazısında Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesindeki ‘Türklüğü aşağılama’ suçunu işlediği” gerekçesiyle mahkum edilmişti.

Dönemin Yargıtay savcısı cezanın bozulmasını özellikle istemişti, çünkü ceza haksızdı. Ceza Genel Kurulu ise Yargıtay savcısının itirazını reddetti. İşte o red kararında imzası olan 23 Yargıtay üyesi arasında yeni ombudsman  da var.

Yeni ombudsman Ömeroğlu, Hrant Dink’in mahkumiyetinin onanması için canla başla çalışanların arasında sayılıyor ki, Dink’in ölümüne yol açan sürecin de günahına ortak olanların başında geliyor.

Seçilmesinin hemen arkasından medya, baş denetçinin eski günahlarını öyle hızlı tedavüle soktu ki, Ömeroğlu, “Gerçi işlediğim günah bana aittir, bundan sonra yapacaklarımıza bakalım” tadında açıklamalar yaptı. Ama nafile;

“Dink kararının verildiği gün Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda görevliydim. Dosyalar sırayla görüşülüyordu. Biri de bu dosyaydı. Kararımızı verdik. Yemin ettikten sonra bunları yeniden tartışırız ancak rutin bir dosyaydı, sanki hedef gösterme amacı varmış gibi davranılması çok yanlış.”

Ömeroğlu, Başbakan’ın oğlunun nikah şahitliğini yapmasını ise, “tarafsız olması gereken makamına” bir etkisi olmayacağı inancında;

“Ben hukuk adamıyım. Kimseden ne emir alırım ne talimat alırım. Bir büyük olarak görmüşüm, nikaha davet etmişim. Herkesin nikâhına gidiyor Sayın Başbakan. Bunca yıllık emeğim ortadayken, bu nikâh nedeniyle neden hukukçu kimliğim görülmüyor? Bundan sonra nasıl çalışacağıma bakılsın.”

Bu arada, Hürriyet’in ombudsmanı Faruk Bildirici, Pazar günkü yazısında devletin ombudsmanı Ömeroğlu’nun detaylarını da çarpıcı biçimde ortaya döküverdi.

Meğerse, Ömeroğlu seçildikten sonra sadece günah çıkarmakla kalmamış, bir de seçildiği makamın kaynağını “baş kadılığa” dayandırmış;

“(Ombudsmanlığın) temelini, Osmanlı’da Kadi’l Kudat denilen müessese oluşturuyor. İsveç Kralı XII. Şarl, Osmanlı’ya sığındığı 4,5 yıllık dönemde, idare sistemini inceledi ve ülkesine döndüğünde ombudsman atadı.”

Ömeroğlu’nun Kadi’l Kdat tanımının karşılığını “Kadılar Kadısı” ya da “Başkadı” olarak çevirmek mümkün. Kökeni de ta Selçuklular’a kadar dayanıyor. Yani, ombudsmanlık ve AB uyum yasalarıyla alakası yok.

Bu haliyle Ömeroğlu tadından yenmez bir kadıya dönüştü, Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Şeyhülislam Ebussuud Efendi karakterinin etkisinde mi kaldı acaba?


SONUÇ

Ömeroğlu’nun, iyi niyetle kendisini savunma açıklamaları bir yana, bu açıklamalarla geçmişin günahını çıkaramayacağı aşikar. Çünkü, dönüp dolaşıp Hrant Dink’in ölümüne yol açan süreçteki rolü hep ayağına dolaşacak.

Vicdanı sızlamasa bile başı ağrıyacak. Çünkü medya başını ağrıtmaya devam edecek. Tıpkı zamanında Ahmet Kaya’ya yapılan gibi.

Geçtiğimiz günlerde, ölüm yıldönümünde anılan Ahmet Kaya için medya 40 kere günah çıkartma açıklaması yapsa da günahı işleyenlerin boynunda hep kalacak.

Bir medya mensubundan, 10 Kasım 2012’de Paris’te Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret eden Akşam yazarı Tuğçe Tatari’nin kaleminden aktaralım;

“Canım yanıyor...

'Ne çok insana, ne çok evladına acıyı tattırmış bir ülkedir ve her şeye rağmen aşkla sevilir' diyorum..

Mezar başında benden başka üç kadın daha var... Üçü de gözyaşlarını durdurmaya çalışıyor...

Birinin sesi yanık. Ahmet Kaya'dan söylüyor; ayrılığın hediyesi.

Havanın soğukluğu hissedilmez oluyor...
Mezar başındaki kadınlar görünmez oluyor...
Başımın içinde bir uğultu... Kalbim sızlıyor.”